Ömer Öngüt Meali |
|
1: Müminler saâdete ermişlerdir. | |
2: Onlar ki, namazlarında huşu içindedirler. | |
3: Onlar ki, boş şeylerden yüz çevirirler. | |
4: Onlar ki, zekâtlarını verirler. | |
5: Onlar ki, mahrem yerlerini herkesten korurlar. | |
6: Ancak eşleri ve câriyeleri hariç. Doğrusu bunlar kınanamazlar. | |
7: Bu sınırı aşmak isteyenler, işte bunlar aşırı gidenlerdir. | |
8: O müminler ki, emanetlerini ve sözlerini yerine getirirler. | |
9: Namazlarına riâyet ederler. | |
10: İşte asıl vâris olacak olanlar bunlardır. | |
11: Onlar Firdevs cennetine vâris olacaklar, orada ebedî kalacaklardır. | |
12: Andolsun ki biz insanı süzme çamurdan yarattık. | |
13: Sonra onu sağlam bir karargâh olan rahimde nutfe hâline getirdik. | |
14: Sonra o nutfeyi alekaya (kan pıhtısına) çevirdik. Derken alekayı da mudğa (bir çiğnemlik et) yaptık. O mudğayı da kemikler hâline çevirdik. O kemiklere et giydirdik. Daha sonra onu bambaşka bir yaratılışla inşâ etttik. Şekil verenlerin en güzeli olan Allah'ın şânı ne yücedir! | |
15: Sonra siz bunun arkasından hiç şüphesiz ki öleceksiniz. | |
16: Sonra da siz kıyamet günü muhakkak diriltileceksiniz. | |
17: Andolsun ki biz sizin üstünüzde yedi yol yarattık. Biz yarattıklarımızdan habersiz değiliz. | |
18: Biz gökten, belli ölçü ve miktarda su indirdik ve onu yerin içine yerleştirdik. Şüphe yok ki bizim onu gidermeye de gücümüz yeter. | |
19: Onunla size içlerinde sizin için birçok meyveler bulunan hurma ve üzüm bahçeleri yetiştirdik. Siz onlardan yersiniz. | |
20: Size bir de Tur-i sînâ'dan çıkan bir ağacı var ettik. Bu ağaç hem yağ, hem de yiyenlere katık (zeytin) verir. | |
21: Sizin için hayvanlarda da büyük bir ibret vardır. Onların karınlarındaki sütten size içiririz. Onlarda sizin için daha pek çok faydalar vardır. Ayrıca etlerinden de yersiniz. | |
22: Hem onların üstünde hem de gemilerin üstünde taşınırsınız. | |
23: Andolsun ki biz, Nuh'u kavmine gönderdik. Onlara: “Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka bir ilâhınız yoktur. Hâlâ O'ndan korkmayacak mısınız?” dedi. | |
24: Bunun üzerine, kavminin içinden ileri gelen kâfirleri dediler ki: “Bu da sizin gibi bir insandan başka bir şey değildir. Size üstün gelmek istiyor. Eğer Allah dilemiş olsaydı, melekler indirirdi. Biz geçmişteki atalarımızdan böyle bir şey duymadık. ” | |
25: “Bu, kendisinde delilik bulunan bir adamdır. Bir süreye kadar onu gözetleyin. ” | |
26: Nuh: “Ey Rabbim! Beni yalanlamalarına karşılık bana yardım et!” dedi. | |
27: Biz de ona şöyle vahyettik: “Bizim nezaretimiz altında ve vahyimiz uyarınca gemi yap! Bizim emrimiz gelip de fırın kaynamaya başlayınca, her cinsten birer çifti ve aleyhinde hüküm verilmiş olanların dışında kalan âileni alıp gemiye bindir. O zulmedenler hakkında bana hiç yalvarma. Zira onlar mutlaka boğulacaklardır. ” | |
28: “Sen ve beraberindekiler, birlikte gemiye yerleştiğiniz zaman de ki: 'Bizi o zâlim kavimden kurtaran Allah'a hamdolsun. ” | |
29: “Ve de ki: Ey Rabbim! Beni bereketli bir yere indir. Sen indirenlerin en hayırlısısın. ” | |
30: Şüphesiz ki bunda âyetler (ibretler) vardır. Çünkü biz, insanları imtihan etmekteyiz. | |
31: Sonra onların ardından başka bir nesil getirdik. | |
32: Onlara da kendi aralarından: “Allah'a kulluk edin, çünkü sizin O'ndan başka ilâhınız yoktur, hâlâ Allah'tan korkmaz mısınız?” diyen bir peygamber gönderdik. | |
33: Onun kavminden, kendilerine dünya hayatında bol nimet verdiğimiz halde küfrederek ahirete kavuşmayı yalanlayan ileri gelenler dediler ki: “Bu da ancak sizin gibi bir insandır, sizin yediğinizden yiyor, içtiğinizden içiyor. ” | |
34: “Eğer kendiniz gibi bir insana boyun eğecek olursanız, ziyana uğrayacağınızda hiç şüphe yoktur. ” | |
35: “O size öldüğünüz, toprak ve kemik hâline geldiğiniz zaman tekrar hayata çıkarılacağınızı mı vâdediyor?” | |
36: “Heyhat! Vâdolunduğunuz şey ne kadar uzak, hem de ne kadar uzak!” | |
37: “Hayat ancak bu dünyadakidir. Ölürüz, yaşarız. Amma öldükten sonra tekrar diriltilecek değiliz. ” | |
38: “Bu adam sadece Allah hakkında yalan uyduran bir kimsedir. Biz ona inanmayız. ” | |
39: Dedi ki: “Rabbim! Beni yalanlamalarına karşılık bana yardım et. ” | |
40: Allah: “Az bir süre sonra şüphen olmasın ki pişman olacaklar. ” buyurdu. | |
41: Nitekim onları vukuu kaçınılmaz olan korkunç bir ses yakalayıverdi. Biz onları bir süprüntü yığını hâline getirdik. Uzak olsun zâlim kavim! | |
42: Sonra onların ardından nice nesiller ortaya çıkardık. | |
43: Hiçbir millet ne süresinden ileri geçebilir, ne de geri kalabilir. | |
44: Sonra biz birbiri ardı sıra peygamberlerimizi gönderdik. Her ümmete peygamberi geldikçe onu yalanladılar. Biz de onları birbiri ardından yok ettik ve hepsini efsane yaptık. Uzak olsun iman etmeyen kavim! | |
45: Sonra Musa'yı ve kardeşi Harun'u âyetlerimizle ve apaçık bir delille gönderdik. | |
46: (45-46) Sonra Musa ve kardeşi Harun'u, Firavun ve erkanına mucizelerimiz ve apaçık delille gönderdik. Büyüklük tasladılar. Zaten mağrur bir topluluktular. | |
47: Dediler ki: “Biz, bizler gibi olan iki insana mı iman edeceğiz? Halbuki kavimleri (İsrâiloğulları) bize kölelik edip durmaktadır. | |
48: Böylece onları yalanladılar ve helâk edilenlerden oldular. | |
49: Andolsun ki biz Musa'ya, belki hidayet bulurlar diye kitap verdik. | |
50: Meryem oğlunu ve annesini bir âyet (mucize) kıldık. Her ikisini de yerleşmeye elverişli, suyu bulunan, yüksek bir yere yerleştirdik. | |
51: Ey peygamberler! Helâl ve temiz rızıklardan yiyiniz ve sâlih ameller işleyiniz. Doğrusu ben, ne yaparsanız hepsini bilirim. | |
52: Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. O hâlde benden korkun. | |
53: Amma ne var ki, insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler, çeşitli kitaplara ayrıldılar. Her bölük her parti kendi tuttuğu yoldan memnundur, yanında bulunan (din veya kitapla) sevinmektedir. | |
54: Şimdi sen onları bir süreye kadar kendi sapıklıkları ile başbaşa bırak. | |
55: Kendilerine servet ve oğullar vermekle zannediyorlar mı ki, | |
56: Onların iyiliklerine koşuyoruz? Hayır onlar işin farkında değiller. | |
57: Onlar ki Rablerine olan saygıdan dolayı korkudan titrerler. | |
58: Rablerinin âyetlerine inanırlar. | |
59: Rablerine ortak koşmazlar. | |
60: Verdiklerini, Rablerinin huzuruna dönecekleri düşüncesi ile kalpleri ürpererek verirler. | |
61: İşte onlar hayır işlerine koşuşurlar ve onlar hayır için önde giderler. | |
62: Biz hiç kimseye gücünün üstünde teklifte bulunmayız. Katımızda gerçeği söyleyen bir kitap (Levh-i mahfuz) vardır ve onlara aslâ haksızlık edilmez. | |
63: Hayır! Onların kâlpleri bundan habersizdir. Onların bunun dışında da bir takım işleri vardır, bu işleri yapar dururlar. | |
64: Nihayet onların refah ve bolluk içinde olanlarını azap ile yakaladığımız zaman, hemen feryadı basarlar. | |
65: “Bugün artık boşuna feryat etmeyin! Çünkü size katımızdan bir yardım dokunmaz. ” | |
66: “Âyetlerim size okunuyordu da, siz topuklarınız üzerinde gerisin geri gidiyordunuz. ” | |
67: “Ona karşı büyüklük taslıyor, geceleri toplanarak hezeyanlar savuruyordunuz. ” | |
68: Onlar bu sözü iyice düşünmediler mi? Yoksa onlara, geçmişteki atalarına gelmeyen bir şey mi geldi? | |
69: Yoksa peygamberlerini henüz tanıyamadılar da, onun için mi onu inkâr ediyorlar? | |
70: Yahut onda bir delilik olduğunu mu söylüyorlar? Hayır! O, kendilerine hakkı getirmiştir. Fakat onların çoğu haktan hoşlanmamaktadırlar. | |
71: Eğer hak onların heveslerine uysaydı, gökler ve yer ile bunlarda bulunanlar bozulur giderdi. Hayır! Biz onlara zikirlerini (şan ve şereflerini) getirdik. Fakat onlar kendi zikirlerinden yüz çeviriyorlar. | |
72: Resulüm! Yoksa sen onlardan bir ücret mi istiyorsun? Rabbinin vereceği ücret daha hayırlıdır. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır. | |
73: Sen onları doğru bir yola çağırıyorsun. | |
74: Ahirete inanmayanlar ise, ısrarla yoldan sapıyorlar. | |
75: Eğer biz onlara merhamet edip de başlarındaki sıkıntıyı giderseydik, şaşkınlık içinde azgınlıklarına devam eder dururlardı. | |
76: Andolsun ki biz onları azapla yakaladık. Yine de Rablerine boyun eğmediler, yalvarıp yakarmadılar. | |
77: Nihayet üzerlerine şiddetli bir azap kapısı açtığımızda, birden ümitsizliğe kapıldılar. | |
78: Sizin için kulaklar, gözler ve gönüller yaratıp veren O'dur. Ne de az şükrediyorsunuz? | |
79: Sizi yeryüzünde yaratıp türeten de O'dur. Ve O'nun huzurunda toplanacaksınız. | |
80: Dirilten de O'dur, öldüren de O'dur. Gecenin ve gündüzün değişmesi O'nun eseridir. Hâlâ aklınızı kullanmaz mısınız? | |
81: Hayır! Onlar öncekilerin dedikleri gibi dediler. | |
82: Dediler ki: “Ölüp de toprak ve kemik yığını hâline geldiğimiz zaman mı, biz mi diriltileceğiz?” | |
83: “Andolsun ki bu vaad bize de bizden önce geçen atalarımıza da yapılmıştı. Bu, eskilerin efsanelerinden başka bir şey değildir. ” | |
84: De ki: “Eğer biliyorsanız söyleyin bakalım. Bu dünya ve onda bulunanlar kime âittir?” | |
85: “Allah'a âittir. ” diyecekler. De ki: “Öyle ise siz hiç düşünüp taşınmaz mısınız?” | |
86: De ki: “Yedi göğün Rabbi ve büyük Arş'ın Rabbi kimdir?” | |
87: “Allah'tır!” diyecekler. De ki: “Öyle ise siz Allah'tan korkmaz mısınız?” | |
88: De ki: “Her şeyin melekûtu (mülkiyeti ve idaresi) elinde olan, himaye eden, fakat himaye edilmeye muhtaç olmayan kimdir? Biliyorsanız söyleyin!” | |
89: “Allah'tır” diyecekler. De ki: “Öyleyse nasıl aldanıyorsunuz?” | |
90: Hayır! Biz onlara gerçeği getirdik. Amma onlar yalancıdırlar. | |
91: Allah evlât edinmemiştir. O'nunla beraber hiçbir ilâh yoktur. Eğer olsaydı, her ilâh kendi yarattığını alır gider ve biri ötekine üstün gelmeye çalışırdı. Allah onların vasıflandırdıkları şeylerden münezzehtir. | |
92: Allah görünmeyeni de görüneni de bilendir. O, müşriklerin ortak koştukları şeylerden çok yüce ve münezzehtir. | |
93: De ki: “Ey Rabbim! Eğer onlara vaad edilen azabı bana mutlaka göstereceksen. ” | |
94: “O zaman ey Rabbim! Beni zâlimler topluluğu arasında bulundurma!” | |
95: Onlara vâdettiğimizi sana göstermeye biz elbette kâdiriz. | |
96: Sen kötülüğü en güzel bir usûlde defet! Çünkü biz onların vasıflandırmakta oldukları şeyi çok iyi biliriz. | |
97: De ki: “Ey Rabbim! Şeytanların vesveselerinden sana sığınırım. ” | |
98: “Ey Rabbim! Yanımda bulunmalarından da sana sığınırım. ” | |
99: Nihayet onların her birine ölüm geldiği vakit der ki: “Rabbim! Beni dünyaya geri döndür. ” | |
100: “Belki yapmadan bıraktığımı tamamlar ve sâlih amel işlerim. ” Hayır, bu söylediği sadece kendi lâfıdır. Tekrar diriltilip kaldırılacakları güne kadar, önlerinde geriye dönmekten onları alıkoyan bir berzah vardır. | |
101: Sur'a üfürüldüğü o günün dehşetinden aralarında ne nesep (akrabalık) bağı kalır ne de birbirlerine bir şey sorabilirler. | |
102: Kimin tartıları ağır gelirse, işte onlar kurtuluşa erenlerin tâ kendileridir. | |
103: Tartıları hafif gelenler, işte onlar kendilerine yazık edenlerdir, cehennemde ebedî kalacaklardır. | |
104: Ateş onların yüzlerini yalar, dişleri sırıtıp kalır. | |
105: “Âyetlerim size okunurken, onları yalanlayan siz değil miydiniz?” | |
106: Derler ki: “Ey Rabbimiz! Bedbahtlığımız bizi yenmişti, sapık bir topluluk olmuştuk. ” | |
107: “Ey Rabbimiz! Bizi buradan çıkar! Eğer bir daha günaha dönersek, doğrusu zulmetmiş oluruz. | |
108: Allah: “Yıkılıp gidin içerisine! Benimle konuşmayın!” buyurur. | |
109: Kullarımdan bir zümre: “Ey Rabbimiz! İnandık, bizi bağışla, bize merhamet et, sen merhamet edenlerin en hayırlısısın. ” diyorlardı. | |
110: “Siz ise onları alaya alıyordunuz. Bu yaptıklarınız size benim zikrimi, beni anmayı unutturuyordu. Ve hep gülüyordunuz onlara!” | |
111: “Sabretmelerine karşılık bugün ben onları mükâfatlandırdım. İşte kurtulup murada erenler onlardır. ” | |
112: Allah onlara: “Yeryüzünde kaç yıl kaldınız?” diye sorar. | |
113: Derler ki: “Ya bir gün veya günün bir kısmı kadar kaldık. Sayabilenlere sor!” | |
114: Allah: “Gerçekten pek az bir süre kaldınız. Keşke bunu vaktiyle bilmiş olsaydınız!” buyurur. | |
115: “Bizim sizi boş yere yarattığımızı ve huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız?” | |
116: Gerçek hükümdar olan Allah çok yücedir. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, çok şerefli olan Arş'ın Rabbidir. | |
117: Kim Allah ile beraber, varlığını ispat edecek hiçbir delil bulunmayan bir ilâha taparsa, o kimsenin hesabı Rabbinin katındadır. Gerçek şu ki kâfirler iflâh olmazlar. | |
118: De ki: “Ey Rabbim! Bağışla, merhamet et, sen merhamet edenlerin en hayırlısısın. ” | |