| Hasan Basri Çantay Meali |
|
| 1: Elif, lâm, raa. Bunlar kitabın, (hakıykatları) apaçık anlatan Kur'ânın âyetleridir. | |
| 2: O küfredenler zaman zaman (nedametle) temennî edecek (ler): «(Âh vaktiyle) müslüman olaymışlar» | |
| 3: Bırak onları (kendi hallerine): Yesinler, faydalansınlar (eğlensinler), onlar emel oyalaya dursun. Sonra bilecekler onlar. | |
| 4: Biz hiçbir memleketi, onun (levh-i mahfuzda) ma'lûm (ve mukadder) bir yazısı olmaksızın, helak etmedik. | |
| 5: Hiçbir ümmet ne ecelinin önüne geçebilir, ne de onlar (bunu) gecikdirebilirler. | |
| 6: Dediler ki: «Ey kendisine kitâb indirilen (zât), mutlak ve mutlak sen bir mecnunsun»! | |
| 7: «(Da'vanda) doğru söyleyenlerdendin de bize melekleri getirmeli değil miydin»? | |
| 8: Biz o melekleri hak (kın, hikmet ve kaderin bir iktizası) olmadan indirmeyiz. O zaman da kendilerine (ne) mühlet, (ne aman) verilmez. | |
| 9: Kur'ânı biz indirdik, biz. Onun koruyucuları da, şübhesiz ki, biziz. | |
| 10: Andolsun, senden mukaddem (gelen) önceki ümmetler içinde de (peygamberler) göndermişizdir. | |
| 11: Onlara her hangi bir peygamber gelmeye dursun ille onunla istihza (alay) ederlerdi. | |
| 12: Biz böylece o (istihzâyi) günahkârların kalblerine sokarız. | |
| 13: (Kendilerinden) evvelkilerin (İmansızlıkları ve istihzaları yüzünden ma'ruz kaldıkları felâketler ma'lûm iken ve o gibiler hakkında ilâhî bir) sünnet (ve kanun) da geçmişken yine onlar buna (bu Kur'ana, bu peygambere) inanmazlar. | |
| 14: (14-15) Onlara gökden bir kapı açsak da oradan yukarı çıksalar (o zaman da) muhakkak ki: «Gözlerimiz (bir serhoş gözü gibi) döndürülmüşdür. Belki de biz büyülenmişler zümresiyiz» diyeceklerdir. | |
| 16: Andolsun, biz gökde burçlar yapmış, onları (ibretle) temâşâ edenler için süslenmişizdir. | |
| 17: Biz onları taşlanan (sürülen, koğulan) her şeytandan koruduk. | |
| 18: Ancak kulak hırsızlığı eden (şeytan) vardır ki onun ardına da (bakanların) apaçık (gördüğü) bir ateş parçası düşmekdedir. | |
| 19: Yeri de (döşeyib) yaydık. Onda sabit dağlar (yaratıb) koyduk, oralarda (hikmet ve maslahatla) ölçülmüş her şeyden (münâsib) nebatlar bitirdik. | |
| 20: Orada hem sizin için, hem rızıklarını te'mîn edemeyeceğiniz kimseler için bir çok geçim (sebeb) ler (i) yaratdık. | |
| 21: Hiçbir şey (haaric) olmamak üzere (hepsinin) hazîneleri bizim nezdimizdedir.. Biz on (lar) ı ma'lûm bir mıkdar dışında indirmeyiz. | |
| 22: Biz aşılayıcı rüzgârlar gönderdik. Gökden de su indirib onunla sizleri sıvardık. Bunların hazinedarları da siz değilsiniz. | |
| 23: Gerçek biz, mutlak biz hem diriltiriz, hem öldürürüz. Biz (Hepsinin) vârisleriyizdir. | |
| 24: Andolsun, sizden öne geçenleri de bilmişizdir, geri kalanları da biz bilmişizdir. | |
| 25: Şübhe yok ki Rabb'in, (evet) O, onları (kabirlerinden kaldırıb) toplayacakdır. Hakıykat O, tam bir hüküm ve hikmet saahibidir, (her şey'i de) hakkıyle bilendir. | |
| 26: Andolsun, biz insanı kuru bir çamurdan, suuretlenmiş bir balçıkdan yaratdık. | |
| 27: Cânn'ı da daha önce çok zehirleyici ateşden yaratdık. | |
| 28: Hatırla o vakti ki Rabbin meleklere: «Ben, demişdi, kuru bir çamurdan, suuretlenmiş bir balçıkdan bir beşer yaratacağım». | |
| 29: «O halde ben onun yaratılışını bitirdiğim, ona ruhumdan üflediğim zaman siz derhal onun için secdeye kapanın». | |
| 30: Bunun üzerine meleklerin hepsi topdan secde etdi. | |
| 31: Ancak İblîs bu secde edenlerle beraber olmakdan (çekinerek) dayatdı. | |
| 32: (Cenâb-ı Hak): «Ey İblîs, sen neye secde edenlerle beraber olmadın?» dedi. | |
| 33: «Ben, dedi, kuru bir çamurdan, suuretlenmiş bir balçıkdan yaratdığın beşer için secde edeyim diye (var) olmadım»! | |
| 34: (Cenâb-ı Hak) şöyle buyurdu: «O halde çık buradan. Çünkü sen artık koğulmuşsundur». | |
| 35: «Hiç şübhesiz ceza gününe kadar lâ'net senin tependedir». | |
| 36: «Ey Rabbim, dedi, öyleyse bana (insanların) kabirlerinden kaldırılacakları güne kadar mühlet ver». | |
| 37: (37-38) Buyurdu: «O halde sen (ındallah) ma'lûm olan (bir) zamanın gününe kadar gecikdirilenlerdensin». | |
| 39: «Ey Rabbim, dedi, beni azdırdığın şey'e (rahmetinden tard etmene) mukaabil ben de andolsun yer (yüzün) de onlar (ın ma'sıyetlerini) her halde süsleyeceğim (onları kendilerine hoş göstereceğim). Onların hepsini, topdan, muhakkak ki, azdıracağım». | |
| 40: «Ancak onlardan ihlâsa erdirilmiş kulların müstesna». | |
| 41: Buyurdu ki: «İşte bu, bana göre (hak ve lâyık) olan doğru bir yoldur». | |
| 42: «Benim kullarımın üzerinde senin hiç bir tahakküm (ün) yokdur. Meğer ki azıb sapanlardan sana tâbi' olanlar olsun». | |
| 43: «Şeksiz şübhesiz onların topuna va'd olunan yer cehennemdir». | |
| 44: «Onun yedi kapısı, onlardan her kapının (onlara) ayrılmış birer nasıybi vardır». | |
| 45: Takvaa sâhibleri muhakkak cennetlerde, pınar (baş) larındadır. | |
| 46: Selâmetle; korkusuz korkusuz girin oraya. | |
| 47: Biz onların göğüslerindeki kîni söküb atdık (atacağız. Onlar) kardeşler haalinde, karşı karşıya tahtları üzerindedirler (tahtlarına dayanarak oturacaklardır). | |
| 48: Orada bunlara hiçbir yorgunluk ve zahmet değmeyecek. Oradan bunlar çıkarılacak da değildirler. | |
| 49: (Habîbim) kullarıma haber (i) ver ki: «Hakîkaten ben (evet) ben çok yarlığayıcı, kemâliyle esirgeyiciyim». | |
| 50: «(Bununla beraber) benim azabım da elbette en acıklı azabın ta kendisidir o». | |
| 51: Onlara İbrâhîmin müsâfirleri (olan meleklerimi) de haber ver. | |
| 52: Hani bunlar onun karşısına girib «Selâm» demişlerdi. O da: «Biz, demişdi, sizden endîşe edicileriz». | |
| 53: Dediler ki: «Korkma, hakıykat biz sana çok bilgin bir oğul müjde ediyoruz». | |
| 54: «Bana, dedi, ihtiyarlık çökmüşken (nasıl olub da) müjde verdiniz? Bu tebşiri neye istinaden yapıyorsunuz»? | |
| 55: Dediler: «Seni hak olarak muştuluyoruz. O halde ümîdini kesenlerden olma». | |
| 56: (İbrâhîm): «Rabbinin rahmetinden sapıklardan başka kim ümidini keser»? dedi. | |
| 57: «Ey gönderilenler (elçiler), dedi, daha işiniz (me'muriyetiniz) ne»? | |
| 58: Dediler: «Gerçek biz günahkarlar güruhuna gönderildik». | |
| 59: «Şu kadar ki Lût ailesi bunların dışındadır. Biz onları, hepsini behemehal kurtarıcılarız». | |
| 60: «Karısı başka. Biz onun mutlakaa geride kalan kimselerden olması (lüzum) unu takdîr etdik», | |
| 61: Vaktâkî elçi (melek) ler Lût ailesine geldi. | |
| 62: (Lût) dedi ki: «Herhalde siz tanınmamış bir zümresiniz». | |
| 63: Onlar da: «Hayır, dediler, biz sana onların, hakkında şek etmekde oldukları şey'i (azabı) getirdik». | |
| 64: «Sana Hak (kın emri) ile geldik. Biz şübhesiz doğru söyleyenleriz». | |
| 65: «O halde gecenin bir kısmında aileni yürüt, sen de arkalarından git. Sizden kimse ardına (dönüb) bakmasın. Emr olunacağınız yere geçib gidin». | |
| 66: Ona şu (kat'î) emri vahyetdik: «Sabaha çıkarlarken onların arkası behemehal kesilmiş olacakdır». | |
| 67: Şehir halkı sevine sevine (müsâfirlerin yanına) geldi. | |
| 68: (Lût) dedi ki: «Hakıykat bunlar benim müsâfirlerimdir. Binâenaleyh beni rüsvay etmeyin». | |
| 69: «Allahdan korkun. Beni tasalandırmayın». | |
| 70: «Biz seni, dediler, elâleme karışmakdan, (bizim bu gibi işlerimize müdâhale etmekden) men etmedik mi»? | |
| 71: (Lût) dedi: «Eğer (dediğinizi) yapıcılarsanız işte bunlar, (işte) kızlarım». | |
| 72: (Habîbim) seni ebedî yâd-ı cemîline yemîn ederim ki onlar serhoşlukları (azgınlıkları) içinde muhakkak serserî bir halde idiler. | |
| 73: Derken onları, işrak vakfına girdikleri sırada, o (korkunç) ses yakalayıverdi. | |
| 74: Hemen (şehirlerinin) üstünü altına getirdik. Tepelerine de balçıkdan pişirilmiş bir taş (yağmuru) yağdırdık. | |
| 75: Elbette bunda fikr-ü firâseti olanlar için ibretler vardır. | |
| 76: O (şehrin haraabeleri) hakıykat (herkesin göreceği, Kureyşin işlediği) bir yol üstünde (haalâ) durucudur. | |
| 77: Bunda îman edenler için muhakkak bir ibret vardır. | |
| 78: Ashaab-ı Eyke de cidden zaalim (kimse) lerdi. | |
| 79: Onun için bunlardan da intikam aldık. (Bu yerlerin) ikisi de apaçık bir yol (üzerinde) dir. | |
| 80: Andolsun ki ashaab-ı Hicr de peygamberleri tekzîb etmişlerdir. | |
| 81: Biz onlara âyetlerimizi vermişdik de bunlardan yüz çevirici idiler. | |
| 82: Onlar dağlardan emîn, emîn evler yontub oyarlardı. | |
| 83: Derken onları dahi sabaha girdikleri sırada o (korkunç) ses yakalayıverdi. | |
| 84: Binâen'aleyh kazanageldikleri (irtikâb etdikleri) o şeyler kendilerinden (hiç bir azabı) defi edemedi. | |
| 85: Gökleri, yeri ve aralarındaki şeyleri biz hak (ve hikmete uygun) olmayarak (şer ve fesadın devam etmesi için) yaratmadık. Elbette o saat gelecekdir. Şimdilik sen aldırış etme, (onlara karşı) güzel (ve tatlı muaamelede) bulun. | |
| 86: Şübhesiz ki senin Rabbin (seni de, onları da) hakkıyle yaratanın, (senin de, onların da haalini ve her şey'i) kemâliyle bilenin kendisidir. | |
| 87: Andolsun ki biz sana (namazın her rek'atında) tekrarlanan yedi (âyet-i kerîme) yi ve şu büyük Kur'ânı verdik. | |
| 88: Sakın (o kâfirlerden) bir takımlarını faidelendirdiğimiz şeylere (servete ve sâireye) iki gözünü dikib uzatma. Onların karşısında tasalanma. Mü'minler için de (şefekat kanadını indir. | |
| 89: Ve de ki: «Şübhesiz ben, (evet) ben (üstünüze inecek azâb-ı ilâhîyi) açıkça haber verenim». | |
| 90: (90-91) Nitekim iş bölümü yapanlara, Kur'ânı parçalayanlara da (öyle azâb) indirmişdik. | |
| 92: (92-93) İşte Rabbine andolsun ki onlara, topuna yapmakda oldukları şeyleri elbette soracağız. | |
| 94: Şimdi sen ne ile emrolunuyorsan (kafalarını çatlatırcasına) apaçık bildir. Müşriklere aldırış etme. | |
| 95: (95-96) Allahla beraber diğer bir Tanrı daha tanıyan o istihzâcılara muhakkak ki biz yeteriz. Onlar yakında (uğrayacakları akıbetleri) bileceklerdir. | |
| 97: Andolsun, biliyoruz ki onların söyleyip durduklarından göğsün cidden daralıyor (habîbim). | |
| 98: Sen hemen Rabbini, hamd ile, tesbîh et ve secde edenlerden ol. | |
| 99: Sana ölüm gelinceye kadar da Rabbine ibâdet et. | |