Celal Yıldırım Meali |
|
1: Tâ - Sîn - Mîm. | |
2: Bu, açık-seçik (aynı zamanda açıklayıcı) Kitab'ın âyetleridir. | |
3: (Ey Peygamber!) Onlar dosdoğru imân etmiyeoekler diye neredeyse kendine yazık edip kıyacaksın. | |
4: Biz isteseydik onlara gökten bir âyet (acık bir belge ya da mu'cize) indirirdik de onlar ona boyun eğip eğilirlerdi. | |
5: Onlara Rahmân'dan ne kadar yeni bir öğüt geldiyse mutlaka ondan yüzçevirdiler. | |
6: Cidden (onu) yalanladılar. Alaya aldıkları hususların haberi kendilerine gelecektir. | |
7: Yeryüzüne bakmadılar mı? Onda gönül çekici her (bitki)den nice çiftler yetiştirdik. | |
8: Şüphesiz ki bunda açık bir belge vardır, ama onların çoğu inanmazlar. | |
9: Rabbin gerçekten çok üstündür, çok güçlüdür ve çok merhamet sahibidir. | |
10: (10-11) Hani bir zaman Rabbin, Musâ'ya : «Zulmü âdet edinen millete, Fir'avn'ın milletine git; artık (Allah'tan) korkup (inkâr ve azgınlıktan, haksızlık ve taşkınlıktan) sakınmıyacaklar mı ?» diye seslenmişti. | |
12: Musâ: «Rabbim! Doğrusu (beni) yalanlıyacaklarından korkuyorum da, | |
13: Göğsüm daralıyor, dilim açılmıyor. Onun için Harun'a da peygamberlik gönder. | |
14: Hem onların benim üzerimde bir (cinayet) günahı vardır; bu yüzden beni öldüreceklerinden endişeliyim» demişti. | |
15: (Allah ona): «Hayır, bırak bu endişeleri» dedi; açık belge ve mu'cizelerimizle ikiniz (onlara) gidiniz. Şüpheniz olmasın ki biz sizinle beraberiz ; (olup bitenleri) işitiriz. | |
16: İkiniz Fir'avn'a gidin de ona deyin ki:«Şüphesiz biz âlemlerin Rabbinin peygamberleriyiz; | |
17: İsrail oğulları'nı (salıver de) bizimle gönder.» | |
18: (Fir'avn onlara): «A, seni çocukken aramızda besleyip büyütmedik mi ve sen ömrünün birkaç yılını bizde (geçirip) kalmadın mı ?! | |
19: Yapmak istediğini yaptın ve sen (cidden) nankörlerdensin,» dedi. | |
20: Musâ, «o işi ben henüz (peygamberlik) yolunda değil iken yapmıştım» dedi. | |
21: «Sizden korktuğum zaman da aranızdan kaçtım, derken Rabbim bana hüküm ve hikmet verdi ve beni peygamberlerden eyledi. | |
22: Sizde büyütülmemi başıma kakılan bir nîmet (görüyorsan bu), israil oğulları'nı kulköle edinmendendir.» | |
23: Fir'avn ona: «Âlemlerin Rabbı ne demektir ?» diye sordu. | |
24: Musâ, «göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbıdır. Kesin olarak bilip inanırsanız (bu böyledir),» dedi. | |
25: Fir'avn çevresindekilere, «işitmiyor musunuz ? (Ben ne sordum, o ne cevap verdi!)» dedi. | |
26: (Bunun üzerine Musâ): «O, sizin de Rabbınızdır ve daha önceki atalarınızın da Rabbıdır» dedi. | |
27: Fir'avn, «doğrusu size gönderilen elçinin elbette aklî dengesi bozuktur» dedi. | |
28: Musâ, «eğer aklınızı kullanabiliyorsanız, (bilin ki) O, doğunun da, batının da, ikisi arasındaki şeylerin de Rabbıdır; (bütün bunları yaratıp meydana getiren, terbiye edip kemâle erdirendir).» dedi. | |
29: Fir'avn, «eğer benden başka ilâh edinirsen, elbette seni zindanlıklardan ederim» dedi. | |
30: Musâ ona : «Sana açık-seçik bir belge (ve mu'cize) getirsem de mi ?» dedi. | |
31: Fir'avn, «eğer doğru kişilerden isen haydi o belgeyi getir!» dedi. | |
32: Bunun üzerine Musâ, Asâ'sını yere bırakıverdi, derken o çok açık ve belirgin ölçüde bir ejderha (oluverdi). | |
33: Ve elini çekip çıkardı derken o durup bakanlara (pırıl pırıl ışık veren) bembeyaz (bir görünüme büründü). | |
34: Fir'avn, çevresindeki ileri gelenlere, «şüphesiz ki bu, bilgin bir sihirbazdır, | |
35: Sizi kendi ülkenizden sihriyle çıkarmak istiyor; (ey ileri gelenler! Bu hususta) ne buyurursunuz ?» dedi. | |
36: Onlar, «bununla kardeşini gözaltında tut ve (sonra da) şehirlere toplayıcılar gönder de, | |
37: Bilgili olan her sihirbazı toplayıp sana getirsinler» dediler. | |
38: Böylece sihirbazlar bilinen bir günün belli vaktinde toplandılar. | |
39: Halka, «siz de toplandınız mı ?» denildi. | |
40: Üstün gelirlerse, sihirbazlara uyacağımızı umarız dediler. | |
41: Sihirbazlar geldiğinde Fir'avn'a dediler ki, «eğer üstün gelenler bizler olursak bizim için elbette bir mükâfat vardır ?» | |
42: Fir'avn, «evet, o takdirde siz elbette (bana) yakınlardan olursunuz» dedi. | |
43: Musâ, sihirbazlara : «Siz ne atacaksanız, ne ortaya koyacaksanız koyun !» dedi. | |
44: Onlar da urganlarını ve değneklerini yere attılar ve «Fir'avn'ın azizliği hakkı için elbette bizler üstünleriz» dediler. | |
45: Musâ da Asâ'sını yere attı, derken ansızın onların uydurup (göz boyayarak) ortaya koyduklarını yalayıp yuttu. | |
46: Bunun üzerine sihirbazlar secdeye kapandılar. | |
47: (47-48) «Biz âlemlerin Rabbına, Musâ ve Harun'un Rabbına inandık» dediler. | |
49: Fir'avn, «ben size izin vermeden ona imân ettiniz (öyle mi ?) Elbette o size sihir öğreten büyüğünüzdür. Yakında (neler yapacağımı) bileceksiniz. Yemin ederim ki ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve elbette hepinizi asacağım» dedi. | |
50: Zararı yok, dediler, (nasıl olsa) biz şüphesiz Rabbimize döneceğiz. | |
51: Biz (senin adamlarından) ilk imân edenler olduktan geri Rabbımızın hatâlarımızı bize bağışlayacağını ummaktayız» dediler. | |
52: Biz, Musâ'ya: «Kullarımı geceleyin yola çıkar; çünkü gerçekten siz takip edileceksiniz» diye vahyettik. | |
53: (53-54) Fir'avn da şehir ve kasabalara (asker) toplayıcı yetkilileri gönderdi (ve dedi ki): «Şüpheniz olmasın ki bunlar sayıları pek az birer topluluktur. | |
55: Ve elbette bunlar bize karşı iyice kızgın olup (diş bilemektedirler). | |
56: Doğrusu biz de uyanık tedbirli bir topluluğuzdur.» | |
57: (57-58) Bununla beraber biz Fir'avn ve askerlerini bahçelerinden, pınarlarından, hazine ve yüce-şerefli makamlardan çıkardık. | |
59: Böylece İsrail oğulları'nı (onların yerine) vâris kıldık. | |
60: Güneş doğup ortalığı aydınlatırken Fir'avn ve adamları onları takibe koyuldular. | |
61: İki topluluk birbirini görünce, Musa'nın arkadaşları, «eyvah ! Elbette yetişilmekteyiz» dediler. | |
62: Musâ (onlara): «Hayır, şüpheniz olmasın ki Rabbim bizimledir; (O, kurtuluş) yolu gösterecektir» dedi. | |
63: Bunun üzerine Musâ'ya: «Asâ'nı denize vur!» diye vahyettik. Böylece deniz yarılıverdi de her parçası büyük bir dağ gibi (yükselip kaldı). | |
64: Ötekilerini de oraya yaklaştırdık. | |
65: Musa'yı ve beraberindekilerinin hepsini kurtardık. | |
66: Sonra da diğerlerini (denizde) boğduk. | |
67: Şüphesiz ki bu olayda öğüt ve ibret vardır; (ne varki kalanların) çoğu imân etmiş değillerdir. | |
68: Rabbın, gerçekten O'dur yegâne üstün, yegâne güçlü ; O'dur çok rahmet sahibi. | |
69: Onlara İbrahim'le ilgili haberi de oku. | |
70: Hani İbrâhim babasına ve kavmine dedi ki: «Neye tapıyorsunuz ?» | |
71: «Putlara tapıyoruz ve hep onlar için toplanıp üzerlerine kapanırcasına tapmaya devam ediyoruz» dediler. | |
72: (72-73) İbrâhim onlara: «Duâ ettiğinizde sizi duyuyorlar mı veya size yarar ya da zarar verebiliyorlar mı ?» dedi. | |
74: «Hayır, biz babalarımızı böyle yaparlarken bulduk» dediler. | |
75: (75-76) İbrâhim : «Sizin ve önceki atalarınızın nelere taptıklarını (üzerinde düşünüp onların neler olduklarını iyice) görüp anladınız mı ? | |
77: Şüpheniz olmasın ki o taptıklarınız benim düşmanımdır; ancak âlemlerin Rabbı müstesna. (O benim yegâne dostumdur). | |
78: O ki beni yaratmış ve beni doğru yola iletmiştir. | |
79: O ki beni yedirir ve içirir. | |
80: Hastalandığım zaman O bana şifâ verir. | |
81: O ki beni öldürür, sonra da diriltir. | |
82: O ki, hesap-cezâ günü günah ve kusurlarımı bağışlamasını ummaktayım» dedi. | |
83: Rabbim! Bana hüküm-hikmet ver ve beni iyi-yararlı kişilere eriştir. | |
84: Sonra gelenler arasında doğru bir dil ile (anılmamı) bana sağla. | |
85: Beni Naîm Cennet'inin vârislerinden eyle. | |
86: Babamı da bağışla; çünkü gerçekten o (doğru yoldan) sapmışlardandır. | |
87: Beni (canlıların) dirilip kaldırılacakları gün rezîl ve rüsvay eyleme. | |
88: Öyle gün ki, mal ve oğullar (evlâd) fayda vermez. | |
89: Ancak Allah'a selîm bir kalb ile gelenler müstesna, (onların elbette imânı ve iyi-yararlı ameli fayda verir.) | |
90: (Allah'tan) korkup (fenalıklardan) sakınanlara Cennet yaklaştırılır. | |
91: Cehennem de azgın sapıklar için ortaya çıkarılıp gösterilir. | |
92: (92-93) Onlara, Allah'tan başka taptıklarınız nerede ? Size yardım edebiliyorlar mı veya kendilerine yardımları oluyor mu ? denilir. | |
94: (94-95) Onlar da, azgın sapıklar da, İblîs'in askerleri de hepsi birden yüzükoyun Cehennem'e itilirler. | |
96: Orada tartışıp çekişerek derler ki: | |
97: Allah'a yemin ederiz ki, bizler gerçekten açık bir sapıklık içinde idik. | |
98: Çünkü sizi, âlemlerin Rabbı ile eşit seviyede tutuyorduk. | |
99: Ve bizi ancak suçlu günahkârlar saptırdı. | |
100: (100-101) Artık (bugün için) ne şefaatçilerimiz vardır, ne de candan sıcak bir dostumuz... | |
102: Ah! Eğer bir defa daha (Dünya'ya) dönüşümüz olsaydı elbette mü'minlerden olurduk. | |
103: Şüphesiz ki bu (anlatılanlarda bir öğüt ve ibret vardır; (ne yazık ki) onların çoğu imân etmemiştir. | |
104: Ve elbette senin Rabbın yegâne üstündür, çok merhametlidir. | |
105: Nuh'un kavmi de peygamberleri yalanladılar. | |
106: Hani kardeşleri Nûh onlara dedi ki: (Allah'tan) korkup (putlara tapmaktan, kötülüklerde bulunmaktan) sakınmaz mısınız? | |
107: Şüphe etmeyin ki ben size gönderilen güvenilir bir peygamberim. | |
108: Artık Allah'tan korkup bana itaat edin. | |
109: Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum ; benim hizmetimin karşılığı ancak âlemlerin Rabbına aittir. | |
110: O halde Allah'tan korkun ve bana uyun. | |
111: Onlar Nuh'a dediler ki: Sana en rezil aşağılık insanlar uymuşken biz sana inanır mıyız? | |
112: Nûh da dedi ki:«Onların yaptıklarıyla ilgili bilgim yoktur, (onların içyüzünü bilmem). | |
113: Bir düşünseniz a, onların hesabını görmek ancak Rabbıma aittir. | |
114: Ve ben mü'minleri kovacak da değilim. | |
115: Ben ancak açık-seçik (şekilde, gelecek olan tehlikeyi haber veren ve işlenilen kötülüklere karşı elîm bir azâbın hazırlandığını duyuran) bir uyarıcıyım. | |
116: Bunun üzerine onlar dediler ki: «Ey Nûh ! Eğer (uyarıdan) vazgeçmezsen elbette taşlanacak (bedbaht)lardan olursun.» | |
117: Nûh : «Ey Rabbim !» dedi, «doğrusu milletim beni yalanladı. | |
118: Artık benimle onlar arasını (hükmederek) ayır ve benimle beraber olan mü'minleri kurtar.» | |
119: Bunun üzerine biz de onu ve beraberindekileri (binenlerle ve yüklenen şeylerle) dolan gemide kurtardık. | |
120: Sonra da geride kalanları (suda) boğduk. | |
121: Şüphesiz ki bunda öğüt ve ibret vardır. (Ne yazık ki) onların çoğu imân etmediler. | |
122: Senin Rabbın şüphesiz ki yegâne üstündür, çok merhametlidir. | |
123: Âd (kavmi) de gönderilen peygamberleri yalanladı. | |
124: Hani kardeşlen Hûd onlara dedi ki: «(Allah'tan) korkup (putlara tapmaktan, kötülük işlemekten) sakınmaz mısınız ? | |
125: Şüpheniz olmasın ki ben, sîze gönderilen güvenilir bir peygamberim. | |
126: Artık Allah'tan korkup bana uyunuz. | |
127: Buna karşılık sizden bir ücret istemiyorum ; benim (hizmetimin) karşılığı ancak âlemlerin Rabbına aittir. | |
128: Siz her yüksekçe yere bir anıt yapıp (kendinizden dünyalıkça aşağı olanlarla mı) eğlenirsiniz ? | |
129: Devamlı kalacağınızı umarak birtakım (su kanalları, sarnıçlar, kaleler gibi) sanat eserleri sayılacak yapıları mı (kendinize tek iş ve amaç) ediniyorsunuz ? | |
130: Şiddetle (hınçla) atılıp yakaladığınızda zorbalar gibi mi yakalarsınız ? | |
131: Artık Allah'tan korkun ve bana uyun. | |
132: Bildiğiniz nimetleri size (cömertçe) verenden (O'na karşı gelmekten) sakının. | |
133: (133-134) Size nice nimetlerle, oğullarla, bahçelerle, pınarlarla yardımda bulunmuştur. | |
135: Ben, elbette size karşı o büyük günün azabından endişe ediyorum.» | |
136: Onlar dediler ki: Öğüt versen de, öğüt verenlerden olmasan da bizim için fark etmez, birdir. | |
137: Bu tutumunuz, öncekilerin (sürüp gelen) âdetlerinden başkası değildir. | |
138: Ve biz azâb edilecek de değiliz. | |
139: Böylece Hûd Peygamber'i yalanladılar. Biz de onları yok ettik. Şüphesiz ki bunda öğüt ve ibret vardır ; ne yazık ki onların çoğu imân etmedi. | |
140: Şenin Rabbın elbette O'dur cok güçlü, çok üstün ; O'dur cok merhametli. | |
141: Semûd (kavmi) de peygamberleri yalanladılar. | |
142: Hani kardeşleri Sâlih onlara dedi ki: «Artık (putlara tapmaktan, Hakk'ı inkâr etmekten) sakınmaz mısınız ? | |
143: Şüpheniz olmasın ki ben sizin için güvenilir bir peygamberim. | |
145: Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum; benim (hizmetimin) mükâfatı ancak âlemlerin Rabbına aittir. | |
146: (146-147-148) Şu bulunduğunuz yerde ; bağlar ve bahçelerde ; pınarlar başında, ekinler içinde, gönül çekici salkım hurmalıklarda güven içinde kendi halinize bırakılacak mısınız? | |
149: Dağlardan da ustaca sayılacak şekilde (fakat) şımarıkça evler yontuyorsunuz : (Bunun böyle devam edeceğini mi sanıyorsunuz ? Hayır aldanıyorsunuz). | |
150: Artık Allah'tan korkun, bana itaat edin. | |
151: (151-152) Yeryüzünde fesâd çıkarıp orada dirlik-düzenlik getirmeyenlerin; inkâr ve azgınlıktan aşırı gidenlerin emrine uymayın.» | |
153: Dediler ki: «Elbette sen büyülenenlerden birisin. | |
154: Sen de ancak bizim gibi bir insansın ; eğer (iddianda) doğrulardan isen haydi bize bir açık belge, bir mu'cize getir.» | |
155: Sâlih, «işte (belge ve mu'cize olarak) bir dişi deve ! Su içme sırası (bir gün) onun, belirli bir gün de sizindir. | |
156: Sakın ona kötü (niyetle) dokunmayın ; sonra büyük bir azâb sizi yakalar» dedi. | |
157: Buna rağmen onlar o deveyi (bacaklarına) vurup devirdiler, (inatla onu) kestiler. (Sonra da) pişmanlık duyarak sabahladılar. | |
158: O sebeple azâb onları yakaladı. Şüphesiz ki (bu olayda) bir ibret ve öğüt vardır; ama onların çoğu imân edenler olmadı. | |
159: Ve senin Rabbin şüphesiz ki yegâne üstündür, çok güçlüdür; çok merhamet edendir. | |
160: Lût kavmi de peygamberleri yalanladı. | |
161: Hani kardeşleri Lût onlara dedi ki: «Artık (putlara tapmaktan, Hakk'ı inkârdan, hayasızca davranmaktan) sakınmaz mısınız ? | |
162: Şüpheniz olmasın ki ben size (gönderilen güvenilir) bir peygamberim. | |
163: 0 halde Allah'tan artık korkun ve bana uyun. | |
164: Bu (hizmete) karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Benim hizmetimin karşılığı ancak âlemlerin Rabbına aittir. | |
165: (165-166) Rabbınızın sizin için yarattığı eşleri bırakıyorsunuz da âlemler içinden (kala kala) erkeklere mi (şehvetle) gidiyorsunuz ?! Hayır, siz haddi aşan bir milletsiniz.» | |
167: Onlar dediler ki; «Ey Lût! Eğer (bu tür uyarılardan) vazgeçmezsen elbette (yurdundan) çıkarılanlardan olursun.» | |
168: Lût, «şüpheniz olmasın ki ben sizin yaptıklarınıza iyice içerlenenlerdenim» dedi. | |
169: Rabbim! Beni ve ailemi bunların işleyegeldiği (iğrençliğin günah ve azâb)ından kurtar, (diyerek duâ etti). | |
170: (170-171) Biz de geride kalanlar arasında yaşlı bir kadın (Lût'un eşi) dışında onu ve bütün ailesini kurtardık. | |
172: Sonra da diğerlerini yerle bir edip yok ettik. | |
173: Ve üzerlerine (taştan topraktan bir felâket) yağmuru yağdırdık. O uyarılanların yağmuru ne de kötü ! | |
174: Şüphesiz ki bunda bir ibret ve öğüt vardır; ama onların çoğu imân edenler olmadı. | |
175: Ve elbette Rabbın yegâne üstündür, güçlüdür ve çok merhametlidir. | |
176: Eykeli'ler (=Ormanda eyleşen Şuâyb Peygamber'in gönderildiği kavim) de peygamberleri yalanladılar. | |
177: Hani Şuâyb onlara: «Artık (putlara tapmaktan, haksızlık etmekten, Hakk'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız ? | |
178: Şüpheniz olmasın ki ben, size (gönderilen) güvenilir bir peygamberim. | |
180: Bu (hizmetime) karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Benim (hizmetimin) karşılığı ancak âlemlerin Rabbına aittir. | |
181: Ölçeği tam tutun; (hak yiyip hakları) eksiltenlerden olmayın. | |
182: Dosdoğru terazi ile tartın. | |
183: İnsanların (haklarından bir) şeyler eksiltmeyin ve bir de sakın yeryüzünde fesâd çıkararak düzensizlik ve bozgunculuk yapmayın. | |
184: Sizi ve sizden önceki nesilleri yaratan (O eşsiz kudret)ten korkun» dedi. | |
185: «Sen ancak büyülenmiş (aklî dengesini kaybetmiş)lerden birisin. | |
186: Sen ancak bizim gibi bir insansın ; biz seni elbette yalancılardan sanıyoruz. | |
187: Eğer doğrulardan isen haydi göğün bir parçasını üzerimize düşür» dediler. | |
188: Şuâyb onlara: «Rabbim yapageldiğinizi cok iyi bilir» dedi. | |
189: Buna rağmen onu yalanladılar. O sebeple gölge (yapan bulutun ortaya çıktığı) günün azabı onları yakalayıverdi. Şüphesiz ki bu büyük bir günün azabı idi. | |
190: Bunda elbette bir öğüt ve ibret vardır. Zaten onların çoğu mü'min değildi. | |
191: Şüphesiz ki, Rabbın çok üstündür, çok güçlüdür, çok merhamet sahibidir. | |
192: Gerçekten bu Kur'ân, âlemlerin Rabbından indirilmedir. | |
193: (193-194-195) Uyarıcılardan olasın diye Ruhu'l-emîn (Melek Cebrail) onu senin kalbine açık-seçik Arap diliyle indirmiştir. | |
196: Hem o, öncekilere (indirilen semavî) kitaplarda da (bazı özellikleriyle) vardır. | |
197: Onu İsrail oğulları'ndan olan ilim adamlarının bilmesi onlar için (gerçeği yansıtan) bir belge ve kanıt değil midir? | |
198: (198-199) Eğer Kur'ân'ı Arap olmayanlardan birine indirseydik, o da onlara bunu okusaydı, yine de ona inanacak değillerdi. | |
200: (200-201) İşte biz onu (=inkâr ve sapıklığı) böylece suçlu günahkârların kalblerine aktarıp soktuk da elem verici azabı görmedikçe mümkün değil ona inanmazlar. | |
202: Bu azâb, farkına varmadıkları bir halde ansızın kendilerine gelir de, | |
203: Acaba bize mühlet verilmez mi ? derler. | |
204: Onlar azabımızı mı acele istiyorlar ? | |
205: (205-206) Söylesen ya, eğer biz onları yıllarca (bolluk ve refah içinde) yararlandırıp geçindirsek, sonra da va'dolundukları (günün azabı) onlara geliverse, | |
207: O yararlandırılıp geçindirildikleri bolluk ve refahın kendilerine bir faydası olur mu ? | |
208: Hiçbir kasaba (halkını), kendilerine uyarıcılar göndermedikçe yok etmiş değiliz. | |
209: Öğüt ve hatırlatmada bulunulmuştur ; ve biz onlara zulmediciler olmadık. | |
210: Kur'ân'ı (hiçbir zaman) şeytanlar indirmemiştir. | |
211: Hem bu, onlara göre uygun ve lâyık da değildir; hem güçleri de yetmez. | |
212: Onlar (inen vahyi) dinlemekten kesinlikle uzak tutulmuşlardır. | |
213: Artık sen, Allah ile beraber başka bir tanrıya duâ edip kullukta bulunma, sonra azaba uğratılanlardan olursun. | |
214: En yakın hısımlarını (bulundukları yolun eğri olduğu hakkında) uyar. | |
215: Mü'minlerden sana uyanlara (tevazu, hoşgörü, rahmet ve şefkat) kanadını (yerlere kadar) indir. | |
216: Bununla beraber (hısımlarından) sana karşı gelip başkaldırırlarsa, de ki: «Şüphesiz ben sizin işleyegeldiğiniz (inkâr, azgınlık ve sapıklık)dan beriyim.» | |
217: O yegâne güçlü, çok üstün, çok merhametli olan (Allah)'a güvenip dayan. | |
218: (218-219) O Allah ki, seni ayakta durduğun halde de, secde edenler arasında dolaştığın durumda da görüyor. | |
220: Çünkü gerçekten Allah işitendir, bilendir. | |
221: Size şeytanların kimler üzerine inip durduğunu haber vereyim mi ? | |
222: Her günahkâr iftiracı, yalancı, sahtekâr üzerine iner. | |
223: Bunlardır (şeytanların iftira ve yalanına) kulak verirler. Çoğu ise yalancıdır. | |
224: (Sapık hayalci) şâirlere ise, ancak yozmuş azgınlar uyarlar. | |
225: Baksana, onlar her vadide avare-şaşkın dolaşırlar. | |
226: Ve yapmadıklarını söyleyip dururlar. | |
227: Ancak imân edip iyi-yararlı amellerde bulunanlar, Allah'ı çokça ananlar ve zulme uğradıktan sonra kendilerini savunup (gerektiğinde) karşı koyanlar müstesna.. O zulmedenler, yakında nasıl bir inkılâba uğrayacaklarını, nerede dönüp kalacaklarını bileceklerdir. | |