Süleyman Ateş Meali |
|
1: Yâsin | |
2: Hikmetli Kur'ân'a andolsun. | |
3: Kuşkusuz sen gönderilmiş elçilerdensin. | |
4: Dosdoğru bir yol üzerinde, | |
5: Yani üstün ve çok esirgeyen Allâh'ın indirdiği (Kur'ân yolu) üzerindesin. | |
6: Babaları uyarılmamış, bu yüzden kendileri de gaflet içinde kalmış bir toplumu uyarman için (seni gönderdik). | |
7: Andolsun onların çoğuna o söz (cinlerden ve insanlardan bir kısmını cehenneme dolduracağım, sözü) hak oldu; artık onlar inanmazlar. | |
8: Biz onların boyunlarına halkalar geçirdik. Çenelere kadar dayanan o halkalar yüzünden kafaları kalkıktır. | |
9: Önlerinden bir sed ve arkalarından bir sed çektik de onları kapattık; artık görmezler. | |
10: Onları uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, inanmazlar. | |
11: Sen ancak zikre uyan ve görmeden Rahmân'dan korkan kimseyi uyarabilirsin. İşte öylesini bir mağfiret ve güzel bir mükâfâtla müjdele. | |
12: Biziz, biz ki, ölüleri diriltiriz ve öne sürdükleri işleri ve bıraktıkları eserleri yazarız. Zaten biz, her şeyi apaçık bir kütüğe ayrıntılı olarak kaydetmişizdir. | |
13: Onlara elçilerin geldiği şu kent halkını misâl olarak anlat: | |
14: Biz onlara iki elçi gönderdik, onları yalanladılar, biz de (elçileri) üçüncü biriyle destekledik. Dediler ki: "Biz size gönderilen elçileriz." | |
15: (Kentliler) Dediler ki: "Siz de bizim gibi insandan başka bir şey değilsiniz. Rahmân bir şey indirmemiştir. Siz sadece yalan söylüyorsunuz." | |
16: (Elçiler) Dediler ki: "Rabbimiz bilir ki biz size gönderilmiş elçileriz." | |
17: "Bizim üzerimize düşen, yalnız açıkça duyurmaktır." | |
18: (Kentliler) Dediler ki: "Doğrusu biz sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık. Eğer bu işten vazgeçmezseniz sizi mutlaka taşlarız ve bizden size acı bir azâb dokunur." | |
19: (Elçiler) Dediler ki: "Uğursuzluğunuz sizin kendinizdedir. Size öğüt verildiği için mi (uğursuzluğa uğruyorsunuz)? Hayır siz aşırı giden bir kavimsiniz." | |
20: Kentin en uzak yerinden bir adam koşarak geldi: "Ey kavmim, elçilere uyun." dedi. | |
21: "Sizden bir ücret istemeyenlere uyun, onlar doğru yoldadırlar." | |
22: "Ben niçin beni yaratana kulluk etmeyeyim? Siz de hep O'na döndürüleceksiniz." | |
23: "O'ndan başka tanrılar edinir miyim hiç? Eğer O çok esirgeyen, bana bir zarar vermek dilese, onların şefâ'ati bana hiçbir yarar sağlamaz ve onlar beni kurtaramazlar." | |
24: "O takdirde ben, apaçık bir sapıklık içinde olurum." | |
25: "Ben sizin Rabbinize inandım, (gelin) beni dinleyin." | |
26: Ona: "Cennete gir" denilince: "Keşke, dedi, kavmim bilseydi. | |
27: Rabbimin beni bağışladığını ve beni ağırlananlardan kıldığını!" | |
28: Ondan sonra biz, kavminin üzerine gökten bir ordu indirmedik, indirici de değildik, (buna gerek yoktu). | |
29: Sâdece korkunç bir gürültü oldu, hemen sönüverdiler. | |
30: Yazık şu kullara! Kendilerine gelen her elçi ile mutlaka alay ederlerdi. | |
31: Görmediler mi kendilerinden önce nice nesilleri yok ettik; onlar bir daha kendilerine dönüp gelmezler? | |
32: Ancak hepsi toplandığı zaman huzûrumuza getirileceklerdir. | |
33: Ölü toprak, onlar için bir âyettir, (ölüleri nasıl dirilteceğimize işârettir): Biz onu dirilttik, ondan dâne çıkardık da ondan yiyorlar. | |
34: Orada hurma ve üzüm bahçeleri yarattık; orada çeşmeler akıttık. | |
35: Ki o(suyun, yâhut bahçe)nin ürününden ve ellerinin emeğinden yesinler. Hâlâ şükretmiyorlar mı? | |
36: Ne yücedir O (Allâh) ki toprağın bitirdiklerinden, kendilerinden ve daha bilmedikleri nice şeylerden olan bütün çiftleri yaratmıştır. | |
37: Gece de onlar için bir âyettir. Gündüzü ondan soyup, alırız, birden onlar karanlıkta kalıverirler. | |
38: Güneş de kendi müstekarrı (istikrârı veya istikrâr bulacağı yer) için akıp gider. Bu, üstün ve bilen(Allâh)ın takdiridir. | |
39: Aya da konaklar tâyin ettik. Nihâyet o, eski urcun(hurma salkımının sapın)a benzer bir hâle geldi. | |
40: Ne güneş aya erişebilir, ne de gece, gündüzün önüne geçebilir. Hepsi bir felekte (yörüngede) yüzmektedirler. | |
41: Onlar için bir âyet de, onların çoçuklarını dolu gemide taşımamız, | |
42: Ve kendilerine onun gibi binecekleri nice şeyler yaratmamızdır. | |
43: Dilesek onları (suda) boğarız, ne kendilerine imdad (eden) olur, ne de kurtarılırlar. | |
44: Ancak bizden bir rahmet ve bir süreye kadar yaşatma vardır (acıyarak onları bir süre yaşatırız). | |
45: Onlara: "Önünüzdeki ve arkanızdaki (yani sizden önce geçen ve ileride sizi bekleyen) olaylardan sakının ki, esirgenesiniz," dendiği zaman (aldırmazlar). | |
46: Zaten, onlara Rabblerinin âyetlerinden hiçbir âyet gelmez ki ondan yüz çevirmiş olmasınlar. | |
47: Onlara: "Allâh'ın size verdiği rızıktan (Allâh için) verin!" dendiği zaman, nankörler, inananlara: "Allâh'ın dilediği takdirde yedireceği bir kimseye biz mi yedirelim? Doğrusu siz, apaçık bir sapıklık içindesiniz." derler. | |
48: Ve: "Eğer doğru söylüyorsanız bu tehdid (ettiğiniz azâb) ne zaman (gelecek)?" diyorlar. | |
49: Onların işi sadece korkunç bir sese bakar. Çekişip dururlarken ansızın o, kendilerini yakalar. | |
50: Artık ne bir tavsiye yapabilirler, ne de âilelerine dönebilirler. | |
51: Sûr'a üflendi. İşte onlar kabirlerden Rablerine koşuyorlar. | |
52: Dediler: "Vah bize, bizi yattığımız yerden kim kaldırdı? İşte Rahmân'ın va'dettiği şey budur. Demek peygamberler doğru söylemiş!" | |
53: Sâdece bir tek gürültü olur, hemen onların hepsi huzûrumuza getirilirler. | |
54: O gün, hiç kimseye bir haksızlık yapılmaz ve siz ancak yaptığınızın cezâsını çekersiniz. | |
55: O gün cennet halkı, bir iş içinde eğlenirler. | |
56: Kendileri ve eşleri, gölgelerde, koltuklara yaslanmışlardır. | |
57: Orada onlar için meyvalar ve istedikleri her şey vardır. | |
58: Çok esirgeyen Rabden (onlara) sözle selâm (vardır). | |
59: "Ey suçlular, bugün şöyle ayrılın!" | |
60: "Ey Âdem oğulları, ben size and vermedim mi: Şeytâna tapmayın o sizin apaçık düşmanınızdır. | |
61: Bana tapın doğru yol budur diye?" | |
62: "O, sizden birçok kuşağı saptırmıştı. Düşünmüyor muydunuz?" | |
63: "İşte size söylenen cehennem!" | |
64: "İnkârınızdan dolayı bugün oraya girin!" | |
65: O gün ağızlarını mühürleriz, elleri bize söyler, ayakları yaptıklarına şâhidlik eder. | |
66: Dilesek gözlerini silerdik de yola dökülürlerdi, ama nasıl görecekler? | |
67: Dilesek kılıklarını değiştirip onları oldukları yerde dondururduk, ne ileri gidebilir, ne geri dönebilirlerdi. | |
68: Kime uzun ömür versek, onun yaratılışını baş aşağı çevirir (gücünü azaltır)ız, (sonunda zayıflar, ihtiyarlar). Akıllarını kullanmıyorlar mı? | |
69: Biz ona (Muhammed'e) şiir öğretmedik, (şiir) ona yakışmaz da. O(na vahyedilen) sadece bir öğüt ve apaçık bir Kur'ân'dır. | |
70: (Bu Kur'ân Muhammed'e vahyedilmiştir) ki, diri olanları uyarsın ve inkâr edenlere de (azâb) söz(ü) hak olsun. | |
71: Görmediler mi ellerimizin yaptıklarından kendilerine nice hayvanlar yarattık da kendileri onlara mâlik olmaktadırlar? | |
72: Onları kendilerine boyun eğdirdik, onlardan bazıları binekleridir ve onlardan bazılarını da yerler. | |
73: Kendileri için onlarda daha birçok yararlar ve içecekler var. Hâlâ şükretmiyorlar mı? | |
74: Belki kendilerine yardım edilir diye Allah'tan başka tanrılar edindiler. | |
75: (O tanrılar) Kendilerine yardım edemezler. Tersine kendileri onlar için hazırlanmış askerlerdir (Onları korumaktadırlar). | |
76: Onların sözü seni üzmesin. Biz onların gizlediklerini de açığa vurduklarını da biliyoruz. | |
77: İnsan, bizim kendisini nasıl bir nutfe (sperm)den yarattığımızı görmedi mi ki, şimdi apaçık bir hasım kesildi? | |
78: Kendi yaratılışını unutarak bize bir mesel verdi: "Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?" dedi. | |
79: De ki: "Onları ilk defa yaratan diriltecek. O, her yaratmayı bilir." | |
80: O size yeşil ağaçtan ateş yaptı da siz ondan yakıyorsunuz. | |
81: Gökleri ve yeri yaratan, onların benzerlerini yaratamaz mı? Elbette yaratır. O, çok bilen yaratıcıdır. | |
82: O'nun işi, bir şeyi(n olmasını) istedi mi ona, sadece "ol!" demektir, hemen oluverir. | |
83: Yücedir O ki, her şeyin hükümranlığı O'nun elindedir ve siz O'na döndürüleceksiniz. | |