Hayrat Neşriyat Meali |
|
1: Yâ, Sîn. | |
2: Hikmetli Kur’ân’a yemîn olsun! | |
3: Şübhesiz ki sen, elbette peygamberlerdensin. | |
4: Dosdoğru bir yol üzerinde(sin). | |
5: (Bu Kur’ân) Azîz (kudreti dâimâ üstün gelen), Rahîm (çok merhametli olan Allah)’ın tenzîli (parça parça indirmesi)dir. | |
6: Tâ ki, (fetret devrinde) babaları korkutulmamış, kendileri de gaflet içinde (kalmış)kimseler olan bir kavmi korkutasın! | |
7: Celâlim hakkı için, onların çoğunun üzerine (azab husûsundaki) söz hak olmuştur; artık onlar (küfürlerindeki inadları sebebiyle) îmân etmezler. | |
8: Muhakkak ki biz onların boyunlarına halkalar geçirdik; öyle ki o (demir halkalar)çenelerine kadar (dayanmış)tır; bu yüzden onlar başları yukarı kalkık kimselerdir. | |
9: (İsyanlarındaki ısrarları yüzünden) önlerinden bir sed, arkalarından da bir sed çektik de onları(n gözlerini) perdeledik; artık onlar görmezler. | |
10: (Habîbim, yâ Muhammed!) Onları korkutsan da, korkutmasan da onlar için birdir; îmân etmezler. | |
11: (Sen,) ancak Zikr’e (Kur’ân’a) tâbi' olan ve gıyâben (görmediği hâlde)Rahmân’dan korkan kimseyi korkutabilirsin! İşte onu bir mağfiret ve güzel bir mükâfâtla(Cennetle) müjdele! | |
12: Şübhe yok ki ölüleri ancak biz diriltiriz! Hem önceden işledikleri (amelleri)ni ve(geride bıraktıkları) eserlerini yazarız. Ve (olmuş, olacak) herşeyi apaçık beyân eden bir kitabda (Levh-i Mahfûz’da) kaydetmişizdir. | |
13: Onlara şu şehir (Antakya) halkını misâl getir! Hani oraya (Îsâ’nın gönderdiği) elçiler gelmişti. | |
14: O vakit onlara o iki (elçi)yi göndermiştik de o ikisini yalanladılar; bunun üzerine(onları) üçüncü (bir elçi) ile takviye ettik de (onlar:) 'Gerçekten biz size gönderilmiş elçileriz' dediler. | |
15: (Şehir halkı:) 'Siz de ancak bizim gibi bir(er) insansınız; hem Rahmân hiçbir şey indirmemiştir; siz ancak yalan söylüyorsunuz' dediler. | |
16: (Elçiler) dediler ki: 'Rabbimiz biliyor ki, şübhesiz biz, gerçekten size gönderilmiş elçileriz.' | |
17: 'Ve bize düşen, ancak apaçık bir tebliğdir.' | |
18: (Şehir halkı:) 'Doğrusu biz, sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık. Yemîn olsun ki, eğer (bu söylediklerinizden) vazgeçmezseniz sizi mutlaka taşla(yarak öldürü)rüz ve bizden size gerçekten elemli bir azab dokunur' dediler. | |
19: (Elçiler:) 'Uğursuzluğunuz sizinle berâberdir. Size nasîhat verildiği için mi(uğursuzluk sayıyorsunuz)? Hayır! Siz haddi aşan bir kimseler topluluğusunuz' dediler. | |
20: Derken şehrin en uzak yerinden bir adam koşarak geldi; dedi ki: 'Ey kavmim! (Bu)elçilere uyun!' | |
21: 'Sizden (tebliğlerine karşılık hiç)bir ücret istemeyen (bu) kimselere tâbi' olun; çünki onlar hidâyete ermiş kimselerdir.' | |
22: 'Hem ben neden, beni yaratana ibâdet etmeyeyim? Hâlbuki (hepiniz) ancak O’na döndürüleceksiniz.' | |
23: 'Hiç (ben), O’ndan başka ilâhlar edinir miyim? Eğer Rahmân (olan Allah), bana bir zarar (vermek) istese, onların şefâati bana bir fayda vermez ve beni kurtaramazlar.' | |
24: 'Şübhesiz ki o zaman ben, elbette apaçık bir dalâlet içinde olurum.' | |
25: 'Doğrusu ben, sizin Rabbinize îmân ettim; artık beni dinleyin!' | |
26: (26-27) (Kavmi ise onu taşa tuttular ve öldürdüler de kendisine:) 'Cennete gir!' denildi. (O da:) 'Keşke Rabbimin bana mağfiret ettiğini ve beni ikrâm edilenlerden kıldığını kavmim bilselerdi!' dedi. | |
28: Ondan sonra (Habîbü’n-Neccar’ın öldürülmesinin ardından) onun kavminin üzerine gökten hiçbir ordu indirmedik; indirici kimseler de değildik. | |
29: (Onların cezâsı) sâdece (korkunç) bir ses oldu; öyleki onlar (hayat cihetiyle) o anda sönüveren kimseler kesildiler! | |
30: Yazıklar olsun o kullara! Kendilerine ne zaman bir peygamber gelse, mutlaka onunla alay ederlerdi. | |
31: Görmediler mi ki, kendilerinden önce nice nesilleri (böyle zulümleri sebebiyle) helâk ettik; muhakkak ki onlar (bir daha) kendilerine dönüp gelmezler. | |
32: (Onlar, mahşer günü) hep birlikte ancak huzûrumuzda hazır bulundurulan kimseler olarak, toplanacak olanlardır. | |
33: Hâlbuki o ölü yeryüzü de (öldükten sonra dirilme husûsunda) kendileri için bir delildir. (Biz) onu dirilttik ve ondan dâneler çıkardık da bundan yiyorlar. | |
34: Hem orada hurmalıklardan ve üzüm bağlarından nice bahçeler yaptık ve orada gözelerden (pınarlar) akıttık. | |
35: Tâ ki onun mahsûlünden yesinler! Hâlbuki onu (o mahsulü) elleri yapmamıştır. Hâlâ şükretmeyecekler mi? | |
36: Pek münezzehtir O (Allah) ki, yerin bitirmekte olduklarından ve (insanların)kendilerinden ve bilemeyecekleri şeylerden (nice) çiftleri, onların hepsini yaratmıştır. | |
37: Onlar için (kudretimize) bir delil de gecedir. Ondan gündüzü soyup alırız; bir de bakarsın ki, onlar karanlıkta kalıvermiş kimseler olurlar. | |
38: Güneş de kendine mahsus bir yörünge içinde akıp gider. Bu, Azîz (kudreti dâimâ üstün gelen), Alîm (herşeyi hakkıyla bilen Allah)’ın takdîridir. | |
39: Aya da (kendi yörüngesinde birtakım) menziller takdîr ettik; nihâyet (bir menzilinde de eğrilmiş) eski hurma dalı gibi olmuştur. | |
40: Ne güneşin aya yetişmesi (ona çarpması) kendisine (takdîr edilen nizâma) lâyıktır, ne de gece, gündüzü geride bırakıcıdır. Çünki her biri (bir itâat ve heybet altında ayrı) bir yörüngede yüzerler. | |
41: Yine onlar için (kudretimize) bir delildir ki, gerçekten biz zürriyetlerini o dolu gemide taşıdık. | |
42: Ve onlar için bunun gibi binecekleri (daha nice) şeyleri (vâsıtaları) yarattık. | |
43: Hâlbuki dilersek onları suda boğarız; o zaman ne kendilerine imdâd eden olur, ne de onlar kurtarılırlar. | |
44: Ancak tarafımızdan bir rahmet ve bir zamâna kadar (dünyadan) faydalandırma müstesnâ. | |
45: Hem onlara: 'Önünüzdekinden ve arkanızdakinden (dünya ve âhiret azâbından)sakının; tâ ki merhamet olunasınız' denildiği zaman (yüz çevirirler). | |
46: Ve onlara ne zaman Rablerinin âyetlerinden bir âyet gelse, mutlaka ondan yüz çevirici kimseler olmuşlardır. | |
47: Kendilerine: 'Allah’ın sizi rızıklandırdığı şeylerden (siz de O’nun yolunda) sarf edin!' denildiğinde ise o inkâr edenler, îmân edenlere dedi(ler) ki: 'Allah dileyecek olsaydı kendisini doyuracağı bir kimseyi, (biz) mi doyuracağız? Doğrusu siz ancak apaçık bir dalâlet içindesiniz.' | |
48: Hem, 'Eğer (iddiânızda) doğru kimseler iseniz, bu va'd (edilen kıyâmet) ne zaman?' diyorlar. | |
49: Onlar, birbirleriyle çekişip dururken kendilerini (ansızın) yakalayacak olan (korkunç)bir sesten (sûra birinci üfürülüşten) başkasını beklemiyorlar. | |
50: Artık (onların), ne bir tavsiyeye güçleri yeter, ne de âilelerine dönebilirler! | |
51: Ve sûra (ikinci def'a) üfürülmüştür de bakarsın ki onlar kabirlerinden (kalkıp)Rablerine koşuyorlar! | |
52: Derler ki: 'Eyvâh bize! Bizi yattığımız yerden kim kaldırdı? Bu, Rahmân’ın va'd ettiği şeydir; demek peygamberler doğru söylemiş!' | |
53: (O) sâdece (korkunç) bir sestir; onlar hemen o anda huzûrumuzda hazır bulundurulan kimseler olarak, toplanacak olanlardır. | |
54: Artık o gün hiç kimse (en küçük) bir haksızlığa uğratılmaz ve ancak yapmakta olduğunuzun karşılığını görürsünüz. | |
55: Şübhesiz ki Cennet ehli, o gün (pek güzel) bir meşgûliyet içinde zevk eden kimselerdir. | |
56: Onlar ve hanımları, (artık o gün) gölgelerde tahtlar üzerinde (oturup) yaslanmış olanlardır. | |
57: Onlar için orada, meyveler ve kendileri için ne istiyorlarsa vardır. | |
58: Çok merhametli Rab’den (onlara) hitâben (bir de) selâm vardır. | |
59: Ve (o gün müşriklere de denilir ki): 'Ey günahkârlar! Bugün (mü’minlerden)ayrılın!' | |
60: (60-61) 'Ey Âdemoğulları! (Ben) size: 'Şeytana kulluk etmeyin! Çünki o size apaçık bir düşmandır ve bana kulluk edin! Bu dosdoğru bir yoldur’ diye (tavsiye ederek) ahdetmedim mi?' | |
62: 'Böyle iken, yemîn olsun ki (şeytan), içinizden birçok nesilleri dalâlete sevk etmiştir. Hiç mi akıl erdirmiyordunuz?' | |
63: '(İşte) bu, va'd olunageldiğiniz Cehennemdir!' | |
64: 'İnkâr etmekte olduğunuzdan dolayı bugün girin oraya!' | |
65: O gün onların ağızlarını mühürleriz de bize elleri söyler ve neler kazanıyor idiyseler ayakları şâhidlik eder! | |
66: Hâlbuki dileseydik, onların gözlerini büsbütün kör ederdik de yolda koşuşup kalırlardı; o hâlde nasıl görecekler(di)? | |
67: Ve dileseydik, (en dirâyetli) oldukları(nı zannettikleri) yerde onların şekillerini(çirkin bir sûrete) elbette değiştirirdik de (bundan kurtulmak için), ne ileri gitmeye güçleri yeter, ne de geri dönebilirlerdi. | |
68: Hem kimi çok yaşatırsak, onu yaratılışta tersine çeviririz (yaşlandıkça gücünü, aklını azaltırız). Hiç akıl erdirmiyorlar mı? | |
69: Ve ona (o Resûlümüze), şiir öğretmedik; (bu) ona yaraşmazdı da. Doğrusu o, ancak bir nasîhattir ve apaçık beyân eden bir Kur’ân’dır. | |
70: Tâ ki hayatta olanları (Allah’ın azâbıyla) korkutsun, kâfirlerin üzerine ise (azab husûsundaki) söz hak olsun! | |
71: Görmediler mi ki, şübhesiz biz kudretimizin yaptıklarından, onlar için nice hayvanlar yarattık da onlar bunlara sâhib olmuş kimselerdir. | |
72: Hem bunları kendilerine boyun eğdirdik de, onların bir kısmı binekleridir, bir kısmından da yerler. | |
73: Hem bunlarda kendileri için (daha birçok) menfaatler ve içecekler vardır. Hâlâ şükretmezler mi? | |
74: Ve (güyâ) belki kendilerine yardım edilir diye Allah’dan başka ilâhlar edindiler. | |
75: (O ilâhlar,) onlara yardıma güç yetiremezler; bil'akis kendileri onlar(ı muhâfaza)için hazırlanmış askerlerdir. | |
76: (Habîbim, yâ Muhammed!) Öyle ise onların sözü, seni üzmesin! Şübhesiz ki biz,(onlar) neyi gizlerler ve neyi açıklarlarsa biliriz. | |
77: Hem o insan görmedi mi, gerçekten biz kendisini nutfeden (hakir bir damla sudan süzülmüş hulâsadan) yarattık! Buna rağmen bakarsın ki o apaçık bir hasım (kesilmiş)tir. | |
78: Kendi yaratılışını unuttu da bize bir misâl getirdi: 'Onlar çürümüş olduğu hâlde, şu kemikleri kim diriltecek?' dedi. | |
79: De ki: 'Onları ilk def'a yaratan, (yine) onları diriltecek! Çünki O, her türlü (mahlûku ve onları) yaratmayı hakkıyla bilendir.' | |
80: O ki, size yeşil ağaçtan bir ateş yaptı da, işte siz ondan yakıp duruyorsunuz. | |
81: Gökleri ve yeri yaratan, onların (o insanların) benzerini de yaratmaya kadir değil midir? Evet (kadirdir)! Çünki O, Hallâk (herşeyi çokça yaratan)dır, Alîm (hakkıyla bilen)dir. | |
82: Bir şeyi(n olmasını) dilediği zaman, O’nun emri, ona sâdece 'Ol!' demektir, (o da)hemen oluverir. | |
83: İşte münezzehtir O (Allah) ki, herşeyin melekûtu (gerçek mülkü ve tasarrufu)O’nun elindedir ve ancak O’na döndürüleceksiniz. | |