Abdulbaki Gölpınarlı Meali |
|
1: Yâ Sîn. | |
2: Andolsun, beyanında hikmet, hükmünde metanet olan Kur'ân'a. | |
3: Şüphe yok ki sen, gönderilenlerdensin. | |
4: Doğru bir yoldasın. | |
5: Üstün ve rahîm tarafından indirilmiştir. | |
6: Korkutman için, ataları korkutulmamış topluluğu; onlardır gafil olanlar. | |
7: Andolsun ki onların çoğu hakkında şu söz gerçekleşmiştir: Onlardır inanmayanlar. | |
8: Şüphe yok ki biz, boyunlarına lâleler vurduk, elleri, âdeta çenelerine kenetlendi lâlelerle, bu yüzden onlar, başlarını dimdik tutarlar. | |
9: Ve önlerine bir set çektik, arkalarına bir set ve gözlerini bağladık da bu yüzden onlar, görmezler. | |
10: Ve birdir onlara korkutsan da, korkutmasan da; onlar, inanmazlar. | |
11: Sen, ancak Kur'ân'a uyan ve rahmandan, halk görmese de korkan kişiyi korkutabilirsin; müjdele onu yarlıganmayla ve güzelim bir mükâfatla! | |
12: Şüphe yok ki biz, ölüyü diriltiriz ve yazarız önceden, dünyâda yaptıklarını ve sonradan bıraktıkları izleri ve her şeyi apaçık bir kitapta sayıp yazdık, takdîr ettik. | |
13: Örnek getir onlara o şehir halkını; hani oraya peygamberler gelmişti. | |
14: Hani onlara iki kişi göndermiştik de onları yalanlamışlardı, derken bir üçüncü kişiyle kuvvetlendirmiştik onları da şüphe yok ki demişlerdi, biz, size gönderilmiş peygamberleriz. | |
15: Onlar, siz demişlerdi, ancak bizim gibi insansınız ve rahman da hiçbir şey indirmemiştir, siz, ancak yalan söylemektesiniz. | |
16: Rabbimiz bilir ki demişlerdi, şüphe yok, biz size gönderildik elbet. | |
17: Ve bize düşen vazife, ancak apaçık tebliğden ibâret. | |
18: Demişlerdi ki: Gerçekten de sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğramadayız, andolsun ki bu işten vazgeçmezseniz elbette taşlarız sizi ve elbette bizden, elemli bir azâba uğrarsınız. | |
19: Onlar da, uğursuzluğunuz demişlerdi, kendinizden; öğüt verilirse de mi yapacaksınız bunu? Hayır, siz, haddi aşmış bir topluluksunuz. | |
20: Ve şehrin tâ öte ucundan birisi, koşarak gelmişti de ey kavmim demişti, uyun peygamberlere. | |
21: Uyun sizden hiçbir ücret istemeyenlere ve onlardır doğru yolu bulanlar. | |
22: Ve ne olmuş bana da beni yaratana kulluk etmeyecekmişim ve siz de, sonunda dönüp onun tapısına gideceksiniz. | |
23: Onu bırakıp da başka mâbutlar mı kabul edeyim? Rahman, bana bir zarar vermeyi isterse onların şefâatleri, bana hiçbir fayda veremeyeceği gibi onlar, beni kurtaramazlar da. | |
24: O vakit şüphe yok ki apaçık bir sapıklık içinde kalırım elbet. | |
25: Şüphe yok ki ben, Rabbinize inandım, duyun sözümü. | |
26: Denildi ki: Gir cennete. Ne olurdu dedi, kavmim de bilseydi. | |
27: Ne yüzden Rabbimin beni yarlıgadığını ve yüce derecelere ermişler arasına kattığını. | |
28: Ve ondan sonra kavmine, gökten asker indirmedik ve helâk ettiklerimize bu çeşit asker de indirmemiştik zâten. | |
29: Azâbımız, ancak bir bağrıştan ibaretti, o anda hepsi de sönüp gitti. | |
30: Yazıklar olsun kullara, onlara hiçbir peygamber gelmedi ki onunla alay etmesinler. | |
31: Görmediler mi onlardan önce nice ümmetleri helâk ettik ki gerçekten de bir daha dünyâya dönmedi onlar. | |
32: Ve şüphesiz hepsi de tapımıza getirilmiştir onların. | |
33: Ve bir delildir onlara, ölü yeryüzünü dirilttik ve oradan taneler çıkardık da onları yerler. | |
34: Ve orada hurmalıklardan, üzüm bağlarından bahçeler halkettik ve orada kaynaklar çıkarıp akıttık. | |
35: Yesinler diye kendi elleriyle meydana getirdikleri o meyveleri, hâlâ mı şükretmezler? | |
36: Şânı yücedir, münezzehtir yerden bitirdiği şeyleri ve kendilerinden meydana gelen çocukları ve daha da bilmedikleri şeyleri çifter çifter halk edenin. | |
37: Ve bir delildir onlara gece; gündüzü ve güneşin ziyâsını çekip sıyırırız ondan da o anda karanlığa dalarlar. | |
38: Ve güneş de karâr edeceği yere kadar akıp gider bu, üstün, hüküm ve hikmet sâhibi mâbûdun takdîridir. | |
39: Ve ay için de muayyen zamanlarda konaklar takdîr ettik, her devrin sonunda, eski, kuru ve eğri hurma salkımının çöpüne döner. | |
40: Ne güneş, aya yetişebilir ve ne gece, gündüzü geçebilir; hepsi de bir gökte yüzüp durur. | |
41: Ve onlara bir delil de, soylarını, dopdolu gemide taşımamızdır. | |
42: Ve daha da buna benzer nice binecekleri şeyler yarattık onlara. | |
43: Dilersek sulara boğarız onları da ne bir imdatlarına yeten olur, ne de kurtarılır onlar. | |
44: Ancak bizden bir rahmet olur ve bir zamana dek yaşayıp geçinmeleri takdîr edilmiş bulunursa o başka. | |
45: Ve onlara, önünüzde bulunanla ardınızda olan azaptan çekinin de rahmete erin dendi mi. | |
46: Ve onlara, Rablerinin delillerinden bir delil geldi mi ancak yüz çevirirler ondan. | |
47: Ve onlara, Allah'ın, sizi rızıklandırdığı şeylerin bir kısmını hayır yoluna harcayın dendi mi kâfir olanlar, inananlara derler ki: Dileseydi Allah doyururdu onu, biz mi doyuralım? Siz, ancak apaçık bir sapıklık içindesiniz. | |
48: Ve derler ki: Bu vait, ne vakit yerine gelecek doğru söylüyorsanız? | |
49: Bir tek bağrıştan başka bir şey beklemiyor onlar, ansızın helâk ediverir onları birbirleriyle düşmanlık edip dururlarken. | |
50: Derken bir vasiyette bile bulunmaya imkân bulamazlar ve âilelerine bile dönemezler. | |
51: Ve Sûr üfürülmüştür de o anda kabirlerinden çıkıp Rablerinin tapısına koşuyorlar. | |
52: Ve demişlerdir ki: Yazıklar olsun bize, kim kaldırdı bizi uyuduğumuz yerden; bu, rahmânın bize vaadettiği şey ve peygamberler gerçek söylemişler. | |
53: Bu, ancak bir bağrıştan ibâret, derken onların hepsi, tapımızda hazır bulunmadalar. | |
54: Gerçekten de bugün, hiç kimseye, hiçbir sûretle zulmedilmez ve size de, ancak yaptığınız şeylerin karşılığı verilir. | |
55: Şüphe yok ki cennet ehli bugün, nîmetler içinde sevinç ve ferah içindedir. | |
56: Onlar da, eşleri de, gölgeliklerde, tahtlara oturup dayanmışlardır. | |
57: Onlarındır orada yemişler ve onlarındır diledikleri her şey. | |
58: Onlara, rahîm Rabden söylenen söz de, "esenlik size" sözüdür. | |
59: Ayrılın bugün ey suçlular. | |
60: Ey Âdem oğulları, sakın Şeytan'a kulluk etmeyin, şüphe yok ki o, apaçık bir düşmandır size diye emredip söz almadı mı sizden? | |
61: Ve bana kulluk edin ancak, budur doğru yol. | |
62: Ve andolsun ki sizden birçok halk yığınını doğru yoldan saptırdı o, aklınız mı yoktu da akıl edemediniz? | |
63: Budur o cehennem ki size vaadedilmişti. | |
64: Girin mutlaka oraya kâfir olduğunuza karşılık. | |
65: O gün, ağızlarını mühürleriz ve ne kazandılarsa elleri, söyler bize ve tanıklık eder ayakları. | |
66: Ve dileseydik onları kör ederdik de doğru yolu ararlar, bulamazlardı, nasıl görebilirlerdi ki? | |
67: Ve dileseydik onları çarpıp, durdukları yerde bir başka şekle sokardık da kalakalırlardı, ne ileriye gitmeye güçleri yeterdi, ne geriye dönmeye. | |
68: Ve kimin ömrünü uzatırsak yaratılışta âdeta geriye döndürürüz onu, çocuklaşır; hâlâ mı akıl etmezler? | |
69: Ve biz, ona şiir belletmedik ve bu, ona yakışmaz da; bu, ancak bir öğüttür ve her şeyi açıklayan Kur'ân. | |
70: Diri olanı korkutması ve kâfirler hakkındaki sözün gerçeğe çıkması için. | |
71: Görmediler mi ki kudretimizle yapıp meydana getirdiklerimizden davarlar halkettik onlara ve onlar da bu davarlara sâhib oldular. | |
72: Ve bu davarları onlara münkad ettik de binecekleri hayvanlar da onlardan ve onların bâzısını da yerler. | |
73: Ve daha da nice menfaatleri var onlarda ve içecekleri de onlardan meydana gelmede; hâlâ mı şükretmezler? | |
74: Ve bir yardıma ermek için Allah'ı bırakırlar da başka mâbutlar kabûl ederler. | |
75: Onların, güçleri yetmez yardım etmeye onlara ve asıl onlardır o uydurma mâbutların hizmetine hazırlanmış askerler. | |
76: Mahzûn etmesin seni onların sözleri; şüphe yok ki biz, gizlediklerini de biliriz, açığa vurduklarını da. | |
77: İnsan, kendisini, hiç şüphesiz bir katre sudan yarattığımızı görmedi mi de şimdi o, apaçık bir düşman olmaya kalkışmada. | |
78: Ve bize bir örnek getirmede ve yaratılışını da unutmada, çürüyüp dağılmış kemikleri kim diriltir demede. | |
79: De ki: Onu ilk defa yapıp meydana getiren diriltir ve o, her çeşit yaratmayı bilir. | |
80: Öyle bir mâbuttur ki size, yemyeşil ağaçtan ateş halketmiştir de ateşlerinizi onunla yakarsınız. | |
81: Gökleri ve yeryüzünü yaratanın, onların benzerini yaratmaya gücü yetmez mi? Evet ve o, her şeyi yaratan mâbuttur, her şeyi bilir. | |
82: Emri, bir şeyin yaratılmasına taalluk eder, birşeyi yaratmayı dilerse ona ol der, hemen oluverir. | |
83: Yücedir, münezzehtir o mâbut ki her şeyin tasarrufu ve tedbîri, onun elindedir ve hepiniz de dönüp onun tapısına varacaksınız. | |