Ali Fikri Yavuz Meali |
|
1: Nûn ve kalem, bir de satıra yazı yazdıkları şeyler hakkı için, | |
2: Sen (Ey Rasûlüm, ikram edildiğin) Rabbinin (peygamberlik) nimeti ile bir mecnûn değilsin; | |
3: Ve muhakkak sana tükenmez bir sevap var... | |
4: Gerçekten sen, pek büyük bir ahlâk üzerindesin. | |
5: Yakında göreceksin, onlar da (akıbetlerini) görecekler; | |
6: Hanginizmiş mecnûn... | |
7: Muhakkak senin Rabbin, kendi yolundan kimin saptığını en iyi bilendir ve O, hidayete erenleri de en iyi bilendir. | |
8: O halde (Ey Rasûlüm, Allah’ı, Kur’an’ı ve peygamberi) yalanlıyanları tanıma. | |
9: Arzu ettiler ki, (kendilerine) yumuşaklık göstersen, onlar da sana yumuşak davransalar. | |
10: Bir de tanıma (haklı haksız) her çok yemin edeni, değersizi; | |
11: Çok ayıplayanı, koğuculukla gezeni... | |
12: Hayırdan alıkoyanı, aşırı zalimi, çok günahkârı; | |
13: Zorbayı, bütün bunlarla beraber soysuz olan yardıkçıyı... | |
14: Mal sahibidir ve oğulları vardır diye, (bunlara itaat etme). | |
15: Ona âyetlerimiz (Kur’an) okunduğu zaman; “- Eskilerin masalları...” demiştir. | |
16: Biz, yakında onun burnunu dağlıyacağız. | |
17: Muhakkak ki biz, Mekke’lileri (kıtlık, açlık, ölüm ve esaret gibi belâlarla) imtihan ettik; nasıl ki o bağ sahiplerini bir belâ ile imtihan etmiştik: Hani o bağ sahipleri, sabah olunca bağın meyvelerini mutlaka devşireceklerine yemin etmişlerdi. | |
18: İstisna da yapmıyorlaradı, (İnşaallah demiyorlardı). | |
19: Bir de onlar uyurlarken, o bahçe üzerine Rabbinden bir belâ indi de, | |
20: O bahçe, kapkara kesiliverdi, (kökünden yandı gitti). | |
21: Derken sabahleyin birbirlerine seslendiler: | |
22: “Haydin devşirecekseniz, ürününüzü toplamaya erken çıkın!” | |
23: Hemen fırladılar; aralarında şöyle fısıldaşıyorlardı: | |
24: “Bugün bağınıza bir miskin sokulmasın.” | |
25: Hem zanlarınca, miskinleri mahrum etmeğe güçleri yeterek erkenden gittiler... | |
26: Vakta ki o bahçeyi (böyle yanmış kapkara) gördüler : “-Biz, herhalde yanlış gelmişiz.” dediler. | |
27: (Etrafa bakınıp kendi bahçeleri olduğunu anladıkları zaman da): “-Hayır, (bahçenin bereketinden) biz mahrum edilmişiz.” dediler. | |
28: İnsaflıları şöyle dedi: “- Ben demedim mi size, tesbîh etseydiniz? (İnşaallah deyeydiniz).” | |
29: Onlar: “- Seni tenzîh ederiz, Rabbimiz! Doğrusu biz zalimlermişiz.” dediler. | |
30: Sonra da döndüler, birbirlerine kabahat yüklemeye başladılar: | |
31: Dediler ki: “-Yazıklar olsun bizler azgınlarmışız. | |
32: Umulur ki Rabbimiz, bize, onun yerine daha hayırlısını verir. Muhakkak biz, Rabbimizden hayır istiyenleriz.” | |
33: İşte böyledir azab... Ahiret azabı ise, daha büyüktür; eğer bunu bilseler, (sakınırlardı). | |
34: Muhakkak ki takva sahibleri için, Rableri katında Na’îm= nimetleri tükenmez cennetler var. | |
35: Artık müslümanları, mücrim kâfirler gibi yapar mıyız, (hiç sevap bakımından onları bir tutar mıyız)? | |
36: Ne oldu size ki? Nasıl hükmediyorsunuz? | |
37: Yoksa size mahsus kitap var da, onda şu dersi mi okuyorsunuz. | |
38: “- Siz her şeyi arzu ederseniz, muhakkak o sizin olacak.” diye, içinde yazılı mıdır? | |
39: Yoksa size karşı, üzerimizde kıyamet gününe kadar sürecek yeminler, taahhüdler mi var ki, kendi menfaatiniz için ne hüküm veriyorsanız mutlaka sizin olacak? | |
40: (Ey Rasûlüm) onlara sor: “-İçlerinden hangisi (bu söyledikleri sözü dava edip doğru çıkarmağa) kefildir?... | |
41: Yoksa onların (bu sözde) ortakları mı var? Öyle ise, o ortaklarını da getirsinler, eğer (sözlerinde) doğru iseler.” | |
42: O kıyamet günü ki, iş güçleşip hakikat perdesi açılmağa başlıyacak, secdeye (Hakka boyun eğmeğe) çağrılacaklar; fakat güçleri yetmiyecektir. | |
43: Gözleri düşkün bir halde, kendilerini bir zillet saracaktır. Halbuki, vaktiyle (dünyada) başları selâmette iken, bu secdeye davet olunuyorlardı; (da onu kabul etmiyorlardı). | |
44: O halde (Ey Rasûlüm), bu Kur’an’ı yalan sayanları bana bırak, (sen kalbini onlarla meşgul etme. Ben onların hakkından gelirim). Biz, onları, bilemiyecekleri yönden derece derece azaba yaklaştırırız; (Onlara sıhhat ve bol nimet veririz de, onu haklarında iyi zannederler. Halbuki o kâfirlere verdiğimiz bu mühletin sonu fecidir). | |
45: Ben onlara mühlet veririm; çünkü benim azabım çok şiddetlidir, (onu kimse önliyemez). | |
46: Yoksa sen, (Mekke halkına risaletini tebliğden dolayı) onlardan bir ücret istiyorsun da, borçlu kalmaktan, yük altında ezilmişlerdir? | |
47: Yoksa gayb (Allah’ın ilmi) yanlarında da, onlar (ondan) mı yazıyorlar? | |
48: O halde (Ey Rasûlüm, Allah’ın kâfirlere mühlet vermesine dair olan) Rabbinin hükmüne sabret de, Yûnus peygamber gibi (aceleci) olma. Hani o, (balığın karnında) gamla dolu olduğu halde dua etmişti. | |
49: Eğer Rabbinden, ona, bir rahmet yetişmiş olmasaydı, kötü bir şekilde (balığın karnından) yeryüzüne atılacaktı. | |
50: Fakat Rabbi onu seçti de, kendisini salihlerden (peygamberlerden) kıldı. | |
51: Doğrusu o kâfirler, Kur’an’ı işittikleri vakit, (sana olan düşmanlıklarından dolayı) az kalsın gözleri ile seni devireceklerdi. Hâlâ da (senin için): “-Muhakkak O bir mecnûndur.” diyorlar. | |
52: Halbuki o Kur’an bütün âlemler için ancak bir öğüddür. | |