| Ahmet Varol Meali |
|
| 1: Nun. Kaleme ve yazdıklarına andolsun, | |
| 2: Rabbinin nimetiyle sen bir mecnun değilsin. | |
| 3: Senin için kesintisiz bir ecir vardır. | |
| 4: Şüphesiz sen büyük bir ahlak üzeresin. | |
| 5: Yakında sen de göreceksin onlar da görecekler. | |
| 6: Hanginizin çarpılmış olduğunu. | |
| 7: Şüphesiz Rabbin, yolundan sapanı da en iyi bilendir; doğru yolda olanları da en iyi bilendir. | |
| 8: Şu halde yalanlayanlara itaat etme. | |
| 9: İstediler ki sen yumuşak davranasın da onlar da (sana) yumuşaklık göstersinler. [1] | |
| 10: Sürekli yemin edip duran, aşağılık hiçbir kimseye itaat etme. | |
| 11: (Herkesi) ayıplayan, söz taşıyan, | |
| 12: İyiliği engelleyen, saldırgan, çok günahkar, | |
| 13: Kaba ve bütün bunlardan sonra soyu belirsiz. | |
| 14: Mal ve oğullar sahibidir diye. | |
| 15: Kendisine ayetlerimiz okunduğunda: 'Öncekilerin masalları' der. | |
| 16: Yakında onun burnu üzerine damga vuracağız. | |
| 17: Biz bahçe sahiplerini imtihan ettiğimiz gibi bunları da imtihan ettik. Hani onlar sabah vaktinde [2] onu (bahçeyi) mutlaka devşireceklerine yemin etmişlerdi. | |
| 18: Hiç istisna da etmiyorlardı. [3] | |
| 19: Ancak onlar uyurlarken Rabbinden (gönderilen) bir salgın onun üzerini sardı, | |
| 20: Böylece (bahçe) kapkara oluverdi. | |
| 21: Sabahleyin birbirlerine seslendiler. | |
| 22: 'Eğer devşirecekseniz erkenden ürününüze gidin' diye. | |
| 23: Derken aralarında fısıldaşarak yola çıktılar. | |
| 24: 'Sakın bugün oraya bir yoksul girip yanınıza sokulmasın' diye. | |
| 25: (Yoksulları) engellemeye güç yetirecekleri zannıyla erkenden gittiler. | |
| 26: Fakat onu (bahçeyi) gördüklerinde: 'Herhalde yanlış geldik' dediler. | |
| 27: 'Hayır. Doğrusu biz mahrum bırakıldık.' | |
| 28: Orta hal üzere (mutedil) olanları dedi ki: 'Ben size (Allah'ı) tesbih etmeniz gerekmez mi dememiş miydim?' | |
| 29: 'Rabbimizi tesbih ederiz! Doğrusu biz zalimlerdenmişiz' dediler. | |
| 30: Bu kez birbirlerine dönüp birbirlerini kınamaya başladılar. | |
| 31: Dediler ki: 'Yazık bize! Doğrusu biz azgınlarmışız. | |
| 32: Belki Rabbimiz bize onun yerine daha hayırlısını verir. Şüphesiz biz Rabbimize yönelenleriz.' | |
| 33: İşte azap böyledir. Ahiret azabı ise elbette daha büyüktür. Keşke bilselerdi. | |
| 34: Şüphesiz takva sahipleri için Rablerinin katında nimet cennetleri vardır. | |
| 35: Müslümanları hiç suçlular gibi yapar mıyız? | |
| 36: Size ne oluyor? Nasıl hüküm veriyorsunuz? | |
| 37: Yoksa sizin bir kitabınız var da (bu verdiğiniz hükümleri) onda mı okuyorsunuz? | |
| 38: İçinde, siz neyi seçerseniz o sizin olacak (diye mi yazılı)? | |
| 39: Yoksa sizin bizim üzerimizde, neye hükmederseniz onun sizin olacağı hakkında kıyamet gününe kadar sürecek ahitleriniz mi var? | |
| 40: Sor onlara; hangileri bunun savunuculuğunu yapacak? | |
| 41: Yoksa onların ortakları mı var? Öyleyse eğer doğru sözlü iseler ortaklarını getirsinler. | |
| 42: O gün bacak açılır ve secdeye çağrılırlar ama güç yetiremezler. | |
| 43: Gözleri düşkün bir halde. Kendilerini de zillet bürür. Oysa onlar sağlamken secdeye çağrılıyorlardı. | |
| 44: Bu sözü yalanlayanı sen bana bırak. Biz onları bilmedikleri bir yönden yavaş yavaş (azaba) yaklaştıracağız. | |
| 45: Onlara mühlet veriyorum. Doğrusu benim tuzağım pek sağlamdır. | |
| 46: Yoksa sen onlardan ücret istiyorsun da onlar borçtan ağır yük altında mı kaldılar? | |
| 47: Yoksa gayb (ilmi) kendi yanlarındadır da onlar (onu) yazıyorlar mı? | |
| 48: Rabbinin hükmüne sabret ve balık sahibi (Yunus) gibi olma. Hani o çok kederli bir halde seslenmişti. | |
| 49: Eğer Rabbinden ona bir nimet erişmemiş olsaydı mutlaka çırılçıplak bir alana kınanmış bir halde bırakılırdı. | |
| 50: Ancak Rabbi onu seçti ve onu salihlerden kıldı. | |
| 51: O inkar edenler zikri (Kur'an'ı) duyduklarında neredeyse gözleriyle seni devireceklerdi. (Hala senin hakkında): 'O bir delidir' diyorlar. | |
| 52: Oysa o (Kur'an) ancak alemler için bir öğüttür. | |