Ahmet Tekin Meali |
|
1: Birisi alay ederek, apansız kesin gerçekleşecek, sizin hesaplarınıza göre bir günü elli bin yıl tutan azâbı istedi. | |
2: Kulluk sözleşmesindeki ortak taahhütlerini, Allah’a iman, kulluk ve sorumluluk bilincini şuur altına iterek örtbas edip inkârda ısrar eden kâfirler, nankörler için, kimsenin geri çeviremeyeceği bir azap istedi. | |
3: Huzuruna ulaşmanın birçok basamakları olan Allah’tan azap istedi. | |
4: Melekler, ruh, büyük melekler, dünya ölçüsüyle, sizin hesaplarınıza göre elli bin yıl tutan bir günde O’nun huzuruna yükselerek çıkar. | |
5: Şimdi sen, onların, seni ve Kur’ân’ı yalanlamalarına, olabildiğince, güzelce sabrederek mücadeleye devam et. | |
6: Doğrusu onlar, o azâbı uzak bir ihtimal olarak görüyorlar. | |
7: Biz de onu yakın bir gelecekte görüyoruz. | |
8: Göğün erimiş bir maden haline geleceği günde görüyoruz. | |
9: Dağların atılmış renkli yün haline çevrileceği günde görüyoruz. | |
10: Dostun dostuna halini hatırını soramayacağı günde görüyoruz. | |
11: Onlar, o gün, birbirlerinin gözleri önünde olacaklar. İslâm’a planlı cephe alan, müslümanlığı, müslüman nesilleri yozlaştırma, yok etme suçu işleyen, güç ve iktidar sahibi âsiler, suçlular, o günün azâbından kurtulmak için fidye vermek isteyecek. Oğullarını vermek isteyecek. | |
12: Eşini ve kardeşini fidye olarak vermek isteyecek. | |
13: Kendisini barındıran, içinde yetiştiği tüm ailesini, aşiretini fidye olarak vermek isteyecek. | |
14: Yeryüzünde bulunan herkesi fidye olarak vermek isteyecek. Tek kendini kurtarabilsin. | |
15: Ne mümkün! Cehennem inkâr edenleri, suçluları yakarak alevlenmektedir. | |
16: Cehennem derileri kavurur, soyar. | |
17: Hakka, imana, ikbâline ve istikbâline sırt çevirenleri, güç ve iktidarını kullanarak halkı istedikleri istikamette yönlendirenleri, iktidara gelip haktan ve adâletten uzaklaşanları, güçlerini kötüye kullananları çağırır. | |
18: Mallar, servetler biriktirip kesenin ağzını açmayanları, hayra harcamayanları çağırır. | |
19: Doğrusu insan haris, huysuz, üzüntüye kapılabilen biri olarak ve tez canlı yaratılmıştır. | |
20: Kendisine kötülük dokundu mu sızlanır. | |
21: Kendisine hayır kapıları açıldı mı da başkalarını nasiplendirmez. | |
22: Ancak namazlarını kılanlar, dua ve niyazda bulunanlar, peygamberi salât ü selâmla ananlar, sahip oldukları mallardaki başkalarının paylarını unutmazlar. | |
23: Onlar, cemaatle namaza devam edenler, dua ve niyazı, peygambere salât ü selâmı dillerinden düşürmeyenlerdir. | |
24: Allah’ın farz kıldığı sosyal yardım düzeninin icabı, mallarında ihtiyaç sahipleri için alınması gereken belirlenmiş hakları olduğunu bilenlerdir. | |
25: Yardım isteyenlerin, medet umanların ve iffetinden ağzını açmayan yoksulların, mallarında vermekle mükellef oldukları belirlenmiş hakları vardır. | |
26: Mü’minler, herkesin, vahyedilen dinin şeriatın İslâmî sorumluluğun hesabını vereceği, yalnız ilâhî mevzuatın yürürlükte olduğu günü tasdik edenlerdir. | |
27: Rablerinin azâbından korkarak emirlerine itina gösterenlerdir. | |
28: Çünkü Rablerinin azâbından kurtulma konusunda emin olunamaz, güvence alınamaz. | |
29: Onlar ırzlarını, namuslarını koruyanlardır, bellerine sahip olanlardır. | |
30: Ancak hanımları ve meşrû şekilde sahip oldukları, üzerlerinde meşrû hakları ve otoriteleri, kendileriyle düzgün insanî münasebetleri olan câriyeleriyle ilişkileri helâldir. Bundan dolayı onlar kınanamazlar. | |
31: Kim bunun, helâlin ötesine gider, nikâhsız ilişkiler isterse, onlar işte onlar haddi tecavüz edenlerdir. | |
32: Mü’minler, kamu görevlerini, sorumluluklarını yerine getirenler, toplumda güven ortamı sağlayanlar, emanete, ahitlerine, taahhütlerine, sözlerine riayet edenlerdir. | |
33: Onlar, kelime-i şehadetin gereklerini yerine getirenler, Kur’ân’ı bilerek tebliğ edip önderlik yapanlar, doğru şahitlikleriyle, örnek davranışlarıyla İslâm’ı temsil görevini ayakta tutanlardır. | |
34: Onlar, dünyevî gaile ve düşüncelerden sıyrılarak, namazlarını, rükûnlarına, şartlarına, vakitlerine riayet ederek kılanlardır. | |
35: İşte onlar Cennetlerde ağırlanırlar. | |
36: İnkârda ısrar edenlerin, kâfirlerin ne dertleri var da, hem senin söylediklerini duymak, hem de seni yalanlamak, seninle alay etmek için boyunlarını uzatarak sana doğru koşuşturuyorlar, senin etrafında dolanıyorlar. | |
37: Sureti haktan görünerek, zayıf taraflarını araştırarak, ekipler halinde koşuşturuyorlar. | |
38: Onlardan her biri nimetlerle dolu Cennet’e konulacağını mı umuyor? | |
39: Yok öyle yağma! Biz onları, iyi bildikleri şeylerden yarattık, boşuna kibirlenmesinler. | |
40: Fazla söze gerek yok. Güneşin doğduğu yerlerin ve battığı yerlerin Rabbine yemin ederim. Elbette bizim her şeye gücümüz, kudretimiz yeter. | |
41: Onların yerine, daha iyilerini getirmeye bizim gücümüz elbette yeter. Kimse bizim önümüze geçemez. | |
42: O halde, onları kendi hallerine bırak. Tehdit edildikleri günle karşılaşıncaya kadar dalıp oynasınlar. | |
43: Sanki bayraklarının, sancaklarının altında toplanmak için yarış halinde koşarak kabirlerinden süratle çıkacakları günle karşılaşıncaya kadar, dalga geçerek, ileri geri konuşsunlar, oynayıp dursunlar. | |
44: Gözleri korku ve saygıyla dolu, işarete bile güçleri yetmiyecek bir durumda, düşkün haldeyken, kendilerini bir zillet saracak. İşte onların devamlı tehdit edildiği gün, o gündür. | |